Kayıtlar

Ağustos, 2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Wermeer nasıl kopyalandı

Resim
1995 aralık ayında , Télérama dergisinde çok ilginç bir haber okudum ; Han Van Meegeren'in Wermeer adına yaptığı tablo " Cene " ,  Hotel Georges V 'de ünlü satış komiseri Jacques Tajan tarafından açık arttırmayla  satılacaktı . Uzun yıllardır her türlü detayını , simyasal gizlerini okuduğum , araştırdığım ve de bütün bu verilerden edindiğim ön yargılarımı sonuçta gözlerimle çözecektim. Dergide ayrıca benim arşivimde olan aynı roprodüksiyon " Cene " 'ye tekrar baktım ; hayır olamaz , Wermeer böyle komik bir tablo yapamaz ; figürler "menhus " ruhlar gibi rahatsız, tüm yüzler tek bir yüzü içeriyor ,biraz karikatür , detay hemen hemen yok , renk çok az ; bitüm, ocre ve kırmızı vs. Bir ressamın erken dönemini de içerse , o ressamdan hiç bir iz yok. Tablo üç gün sergilenecekti satıştan önce  gittim ve girdim sahte gazeteci kartımla . Evet  Van Meergeren'in  1940 yılında Fransa'da Nice kentinde yaptığı " A LA MANIERE " " Cene &q

HATTUŞA' DAN MEKTUPLAR 2

Resim
M.Ö. 2000 hitit duvar kitabesi                            YAKARI       TANRIM BENİ YAVAŞLAT. SAKİNLEŞTİR AKLIMI Kİ YÜREĞİM DİNLENSİN HIZIMI DENGELE ZAMANIN SONSUZLUĞUNA. GÜNÜN KARMAŞASI İÇİNDE BANA ŞU ÖLÜMSÜZ TEPELERİN DİNGİNLİĞİNİ VER. GÖRÜNTÜMDEKİ GERGİNLİĞİ , BELLEĞİMDEKİ AKARSULARIN EZGİSİYLE YIKA. UYKUNUN BÜYÜSÜNDE ARINAYIM, BANA AN'I , YAŞAMAYI ÖĞRET ; BİR ÇİÇEĞE BAKMAK İÇİN YAVAŞLAMAYI, BİR GÜZEL KEDİYİ YA DA KÖPEĞİ OKŞAMAK İÇİN DURMAYI, BİR YAZITTAN BİR KAÇ SATIR OKUMAYI , BALIK TUTMAYI , HÜLYALARA DALMAYI . HER GÜN BANA KAPLUMBAĞA İLE TAVŞANIN ÖYKÜSÜNÜ ANIMSAT ANIMSAT Kİ YARIŞI HER ZAMAN HIZLI KOŞANIN BİTİRMEDİĞİNİ YAŞAMDA ACELEDEN DAHA ÖNEMLİ ŞEYLER OLDUĞUNU. GÖRKEMLİ MEŞE AĞACININ DALLARINDAN YUKARIYA , ÖTEYE BAKABİLMEYİ GÖREYİM NEDENİNİ GÖRKEMİNİN, GÜCÜNÜ NEREDEN ALDIĞINI . KÖKLERİMİ YAŞAM TOPRAĞININ KALICI DEĞERLERİNE DOĞRU DERİNE GÖNDERMEME YARDIM ET. YARDIM ET Kİ KADERİM YILDIZLARA DOĞRU SAĞLIKLA YÜKSELSİN.

Re adasına dönüş

Resim
Bir kaç gün de olsa , okyanusa doğru açılmak iyi geldi . Paris'e bütün yaz yağan  yağmurların giriş kapısı diyebiliriz , zaten onsuz düşünülemez ada.  Bağ bozumu daha yapılmamış , eylülü bekleyen bağlar üzümle yüklü .  Göçmen kuşlar da gitmek üzere  ama asıl hüzün onlar gibi iki yıl önce çekip giden  bir dostunuzun boşluğu , yine güzel şaraplar içerek onu andık . Tekrar döndüğümüzde bilmiyorum bizi kim bekliyecek ?

tarifsiz sıkıntılar içinde

Resim
2010 yılının mayıs ayında Bodrum'dan karşıdaki Kos adasını dolaşmaya gittik.  Yunanis'dan bir kez geçmiştim ama merakım ;  bu adalarda nasıl yaşıyor , karşı kıyıları nasıl görüyorlar vs.  Biliyordum ki haftanın belli günlerinde Bodrum'a alışverişe geliyorlar , tarihi alış veriş sürüyordu ama ne yazık bu iki toplum açıkca beraber yaşıyabilirdi , şu karanlık inançlar olmasa . Ada turistik tarihi kalıntılar ve Osmanlıdan kalan izler de silinmemiş , adadaki esnafın çoğunluğu da Türk asıllı , konuştuk biraz ,o zaman Yunanistan daha büyük ekonomik krize girmemişti.Adayı merakla dolaşırken , deniz kıyısındaki gazinonun arkasında , şimdiye dek insan dehasının böyle bir montajı biraz zor yapabilir yargısıyla karşılaştığım " makina ", adadaki bütün gördüklerimi sildi süpürdü. 60 yıllarında Kafka'nın " Ceza Sömürgesi " hikayesini sinemaya aktarmayı düşlemiştim,hikayede baş rolde işkence için kullanılan makineyi  gerçekleştirmek olanaksızdı , Kafka mekanikle in

atölye / FRANCIS BACON

Resim
Sanat bir ayrıcalıktır . elbette bir fenomen yaşanmalı ki bu ayrıcalık bir olağanüstülük taşısın.  Bu başka oluş , sanatcının da kimliğini oluşturur. "Marginalité " yapay, oynanan bir rol değildir.   Kişilikte oluşur, insanın tanımıdır . Nevrose' un burada bir ölçü olması , sanat tarihinde bir  çok sanatcıyı  deli kimliğine sokarak , yapıtlarındaki yargılanmayı , ruhsal sarsıntıların  sonuçları olarak görmüştür. Elbette ne Boch'dan ne de Richard Datt'dan elimizde resimlerinin  dışında , deli olduklarına dair bir kaynak var , olağanüstü tekniklerine baktığımızda da bir delinin yapabilmesi olanaksızdır. Van Gogh'a geldiğimizde de karşımıza "depressif" bir kişi çıkar, deli değil. 1971-72 de Paris Grand Palais ' de izlediğim Francis Bacon retropektivi , beni çok şaşırmıştı onu izliyen günler içinde, Akademinin sokağı Rue de Beaux-Arts ' da , aynı ismi tasıyan otel 'de kaldığını duymuştum , bu otelde Borges'de uzun yıllar kalmıştı. Nitekim

bir sergi anısı

Resim
60 yılları , çok az galeri var istanbul’da , daha çok sergiler yabancı kültür merkezlerinde , şehir galerisinde , akademi de ya da bu fotoğrafta olduğu gibi , Resim -heykel müzesinin galerisinde olurdu.  Günümüzdeki doymuşluk , çok görmüşlük çok bilmişlik olmadığı için açılışlar kalabalık , ilgi çekici ve neşeli olurdu . Kokteylde verilen şarap da çok sayıda Akademi öğrencisi çekerdi . Ressamlar Cemiyetinin yıllık sergi açılışlarından biri , 1966 olsa gerek , Şadi Çalık ‘ın sağında Aliye Berger , solunda ben , önde  Sevim Burak , Umbor Mehmet ‘in eli Ömer Uluç’un omuzunda , arkada Alaeddin Aksoy.

Hattuşa ‘ dan mektuplar 1

Resim
CİNSEL GÜÇSÜZLÜĞE KARŞI BÜYÜ/ HİTİT İMPARATORLUK DÖNEMİ /  İ.Ö. 1344  - akatca-   EĞER BİR ERKEĞİN CİNSEL GÜCÜ  » NİSANNU  » AYINDA TÜKENİRSE ; BİR KEKLİK YAKALA, KANATLARINI YOL  BOĞAZINI KOPAR VE ONU YASSILAŞTIR , ÜZERİNE TUZ SERPEREK KURUT. DOĞA BİTKİSİ  » DADANU  » OTU İLE BİRLİKTE EZ . BİRA İLE İÇMESİ İÇİN ONA VER . SONRA O ADAM CİNSEL GÜCÜNE KAVUŞACAKTIR. EĞER ÖYLE İSE , ERKEK KEKLİĞİN PENİSİNİ , BİR BOĞANIN SALYASINI , BİR KEÇİNİN SALYASINI SU İÇİNDE KARIŞTIRARAK ONA VER , SARILMIŞ KUYRUK KILINI VE KOYUNUN APIŞ ARASINDAN ALINMIŞ YÜNÜ KALÇASINA KOY , O CİNSEL GÜCÜNE KAVUŞACAKTIR .

öteki Freud

Resim
Bazı sanatcılar vardır ; kendi varoluşlarından taviz vermezler , günün moda akımları ,  » médiatique  » çekim alanları paranın ve ünlü olmanın dayanılmaz albenisininin , yaptıklarıyla ters orantılı olduğunu çok önce kavramışlardır.  Lucien Freud ‘ un bir başka sorunu da dedesiydi , ünlü bir kişinin gölgesi , gerçekten onu izleyen kuşakların ,- ne yaparlarsa yapsınlar- , her zaman bir sakıncası olmuştur. İzlediğim kadar Freud ismi ona biraz da « desavantage »   yaratmıştır , sürekli araya kurulan köprüler ;  onu daha da kendine dönmeyi , Londra’da Notting hill ‘deki ı8 yüzyıldan kalma küçük evinden çıkarmamıştır. Bu kendine çok özgü kişilik , resimlerinin satıcısı William Acquevella’nın dediğine göre :  kendini şöhrettten   » isolé  » etmesi kadar, paraya karşı da o  kadar   » püriten  » kılmıştır. Resimleri uzun yıllardır müzelerde ve kolleksiyonlarda , satış evlerinde 30 milyonlara  ulaşması kafasındaki  » kaosu  »  değiştirmedi , harp sonrası  » Londra ekolü  » olarak  tanınan bir gr

salyongozların maviye dönüştüğü bahçenin bir köşesi

Resim
Bahçenin yaşadığı güzel günler , çocukluğumun da günleridir , yakın köylerin birinden gelen Recep uğraşırdı mevsimlere göre yapılacak işleri.Eşeğini çiçeklerden uzak bir yere bağlar ,kendisine gösterilen işleri yapardı.Örneğin bağları budamışsa,ertesi sabah babam erken kalkar , robe de chambre ‘ nın cebinde kitaplar , elinde bir kadehle , bağların budandığı yerlerinden akan öz sularını toplardı , güya bu iksir onu ölümsüz kılacakmş , ama 47 yaşında öldü. Babaannemin’de mucizevi bitkisi  »  yerelması’  » idi  . Bahçe kış uykusuna yattığında , toprağı biraz eşelediğinizde , kırmızı yerelmalarını bulmak çok şaşırtıcıydı. Kışın saksıların konduğu , ortadaki köşkün arkasında , kırık saksı , kesilen bir ağacın gövdesi , bir araba tekerleğinin dibinde bulduğum salyongoz kabukları da benim aklımı çelerdi ; bu kabuklar maviydi , eskimiş bir çivirt mavisi, Bugün kimse  » çivirt  » in ne olduğunu bilmez , bilenler ise bir kare çivirt saklarlar dolaplarında ki bu mavinin ismi  » cobalt mavisidir,

günlerin köpüğü

Resim
Bu kez Boris vian’ı anımsadım , zihinsel geziler , bellekte , örneğin  » 100 soruda  » gibi saklanabilecek bilgileri betonlaştırır. Geçende modacı Alex geldi ziyaretime , Paris’den İstanbul’a döneli epey oluyor , anılarını yazıyor , bu nedenle kazılara Paris’den başlamış. 1976 yılında geldiğini söyledi , şöyle bir panoromasını yaptık o yetmişli yılların ; unutulmayan renkli kişilikler su üstüne çıkmaya başladığında , en ilginç kişilik galiba Cornail ‘ le, bereber yaşadığı Selahattin Kuzuoğlu’ydu. Cornail, İstanbul mozayık ‘ının kırılmadan önceki döneminin çok orjinal bir kişisiydi. « Restaretör » olarak çalışırken ,anadoludan  gelmiş  genç işçi Selahattine aşık olur. 6-7 eylül olaylarından sonra kapı-dışı edildiğinde Paris’e gelir , yerleştiğinde Selahattin’i de çağırır yanına.1970 yıllarında tanıdığımda, ikisi de Sonnabend galerisinde çalışıyorlardı.Bu galeriyi Sarkis yönetiyordu , kanımca Sarkis onlara bir iyilik yapmıştı, Cornail galeri sorumlusu , Selahattin ise boyacılık ve de tek

gecenin ucuna yolculuk

Resim
Celine’ den ödünç aldığım bu başlık, gördüğüm, tinsel olarak beni son yıllarda etkileyen en somut olay, şimdi herşeyin bir belleği olduğuna , özellikle « mekanların  » belleğine çok inanıyorum.Kısa bir süre önce  İstanbul’a geldiğimde , dostum Ali Hatemi ,kendi merak kutularından birini açtı ; büyük bir organizasyon yaparak bizi  » gecenin ucuna götürdü  » , Büyükada Rum Yetimhanesi.Çok kısa bir süre önce , Avukat Kezban Hatemi ,Prof. Hüseyin Hatemi ve Avukat Ali Hatemi , Avrupa İnsan Hakları Mahkemesindan ( AIHM ) , binayı Rum Patrikhanesine geriye verdiler , unutmamak gerekir ; dünyanın ikinci » çok katlı ahşap binasıdır  » ötekisi Japon’yanın Nara kentinde Todaji tapınağı , görmedim ama nasıl özenle korunduğu üstüne hiç şüphem yok. Bu bina önce büyükada’nın Hristo tepesinde ,1898 – 1899 yıllarında Fransız Mimar Alexandre Vallaury’nin  planıyla, 5 katlı , 206 odalı , ahşap olarak kuruluyor ve de 1902 de otel ve eğlence yeri olarak , Prinkipo Palas adıyla açılıyor . Ne yazık , 2. Abdü

çinli olmak bu çağda

Resim
Yirmi yıl önce Paris’deki   » artist atölyeleri  » olarak , Paris belediyesinin sanatcılara verdiği atölyeme girdiğimde çinli bir sanatcı tanımıştım ; Wang Du , o da eşi ve üç çocuğuyla sitenin alt bölümünde ufak bir atölye edinmişti. Aradan bir kaç yıl geçti ,duyduğuma göre Wang Du , eşini ve çocuklarını terk edip gitmişti . Üç yıl sonra  Palais de Tokyo ‘ da  bir  sergiyle ortaya çıktı , aynı zamanda  » Connaissance des Arts  » dergisinde fotoğraflarla birlikte önemli bir ropörtaj yayınlandı . Başlık  » wang Du , media- adam  »  ve de  devasa bir atölyede   » papier maché  » tekniğiyle yapılmış , karnaval espirisinde , el ayak , kafa vs. detaylarla günün aktüel kişiliklerine bir gönderme yapıyordu.Sergisini gördüğümde de kendime sorduğum ; ,tamam,kabul ama kim alır ve de nereye koyar , hangi mekana , hangi estetik kaygıyla ? Daha doğrusu zamana nasıl daya-nacak  ?  Şunu unutmamak gerekir ; bizim kuşak gibi her iki çağın inişli çıkışlı tüm politik ve ekonomik değişimi yaşayanlar bilir

gergedan olmak bu çağda

Resim
Uzun bir süredir korumaya alınmış , yaşama sınırları sürekli daralan , sayıları gerçekten çok azalmış gergedanların stresse nedeniyle üreme sorunlarının üstüne, bir başka bir sorun daha eklendi , böyle giderse gelecek kuşaklar yalnız görüntüsüyle yetinecekler . Gerçekten  » absürt  » ;   güncel haberlerin konusuna o kadar girdi ki , Kafka ‘nın dünyası yanında hiç kalır. Haber ciddi ; Brüksel  » Doğa Bilimleri  » müzesinde sergilenen bir « gergeden kellesi  » çalınmış . Avrupa parlementosunun   yanı başındaki bu müzeyi gayet iyi biliyorum , bu tür müzelerin , içerdikleri tüm yaşanmışlıklar , yok olup giden bu « ephemer  » dünyamızın sırları dökülmüş bir aynasıdır. Vitrinler içinde çoğu asırlık ,eski vitrinlerde , zamana ve ışığa artık karşı koyamaz , bilmem kaçıncı kez ölümlerini yaşıyan , bu sonsuz evrende varolmuş  » herşey  » ; taş, toprak börtü , böcek , ot , çiçek , kavonozlarda , formol içinde her türlü yaratık , iskeletler , mumyalar  tozdan geliyorlar ve de toz oluyorlar. Çok il

Cy Twombly öldü ama boş tuvallerde kırıntı karalamalar sürüyor

Resim
Şunu önce açıklamak istiyorum ; Cy Twomby ‘ le hesaplaşmak değil sorunum : bunun gibi nice ressamların, nasıl resmin tüm teknik,içerik sorunlarını dışlayıp – belki dalga – geçmek adına uluslararası bir üne ve  de  » notarité  » ye şöylece  kavuşmalarıdır. Elbette sanat önce bir  » albenidir  » , görücüye çıkan bir  işin görevi önce  ,   » dialog  » a dönüşecek bir çekim alanı yaratmaktır ; sevdim , sevmedim ya da  » belki  »  diyerek bir tavır göstermekle başlar  bu alış veriş ,sonra galeriler , tablo satıcıları, sanat tellalları, deynekciler. kolleksiyonerler, müze danışmanları, kurotörler,bunu tarihe mal edecek eleştirmenler ,sanat tarihcileri girer oyuna.Sanatın her zaman kapısı açak olduğu için nereden geldiğiniz önemli değildir. Giderek bugün resim yapamamak bir avantaj oluyor , Saint -Exupéry ‘ nin  küçük prensinin sorduğu gibi -bana bir koyun çizebilir misin ? – çizemem ne yazık diyenlerin çok olduğunu görüyorum,sanat öğretimi yapan okullarda bile   » desen öğrenimi  » kalktı.Ka

keriz silkelemek

Resim
İlk duyduğumda epey güldüm , İstanbul Borsasında « manipulation » yapanlara ithafen, kullanılan bir eylemi içerdiği için.Polis tarafından yakalanıp,cezalandırıldılar,pasaportlarına el konuldu , borsaya girmeleri yasaklandı. »göz dağı » verdiler,ikinci kez yine oldu , « silkeleme »  acaba yalnız bu olaya özgü mü ?  yaşadığımız şu gün , Çamaşır suyundan tutun, politikaya kadar « silkelenenleri  »   »beyazdan daha beyaz  »  yıkamaktır. Gün geçmiyor ;  » absürt  » ayrılcalığını yitirdi, olağan, şaşırtmıyor artık  ART BASEL  malum, her zaman sanatı paraca yönlendiren , bir zamanlar herkesin kolayca girip  »boy-gösteremeyeceği » , bir fuar olarak tanınırdı. Sanatın, günümüzde olduğu gibi  » conceptuél  » adına daha  kanatlanmadığı 70 yıllarında gezmiştim, dediğim gibi o yıllar hala pentür yapılıyordu.Bu yıl  ART-BASEL 42  üstüne okuduğum bir yazıda; konu olarak  Türklerin, bu fuara  olağanüstü  ilgisinden söz ediyordu : uçaklar dolusu , kolleksiyönör , meraklı , BASEL’i  işgal ediyor , BMW-

koku /2

Resim
Edebiyat öğretmeni ve de çok genç bir yaşta ölen babamla ilgili anılarım sınırlıdır.  Romantik kişiliğini,şairliğini, öğretmen ve eğitici, halkevleri yöneticisi yani  ilk   »cumhuriyet »  kuşağının anadolu’daki  yalnızlığını daha sonra çözdüm. 1951  de öldüğüne göre ülkesinin başına geleceklerden habersiz, belki de mutlu gitti. Belleğimdeki anı gelip yine resime dokunuyor.Bir pazar günü, okuldan  arkadaşı,   resim öğretmeninin  evine  ziyarete gittik ;bilmiyorum belki resime eğilimimi sezmişti,Atölye olarak kullanılan küçük bir odaya girdiğimizde,  ilk kez resim yapılan bir mekanın; ne kadar  gösterişsiz olursa olsun; tüm eşyalarının, resim sephası ve üstünde bitmemiş bir « natürmor » un ,masanın üstünde modelini, taburenin üstünde de palet ve fırçalar , duvarda ise bir portre ve ufak bir şasi ‘den önce tüm yaşamımda benim için kokuların en anlamlısı olan, bir boya tüpünün kapağını açtığımızda burnumuza gelen kokuydu.Unutmalım yıl 1948 olsa gerek ve de ilk kez bir yağlı boya tüpüyle ka

koku

Resim
Bilinmez ; belleğin seçeneği algılarımızda bazı öncelikler tanır .Örneğin kokuya karşı özgün kişiliğim,bana tarifsiz bir yaşama biçimi getirmiştir. Tüm yaşamımda kadınların kullandıkları « ağır » parfümlerle savaştım ki bunun nereden gelğini çok iyi biliyorum; 40 yıllarının yaşamı bir sinema gibi aklımda. Evlerde « misafir » odaları vardı, nedense bu oda sürek-li yaşanmadığı için, koltuklar ve mobilyalar  toza karşı beyaz örtülerle kaplı, pencerelerin ağır perdelerinden yanlışlıkla giren ışığın dokunduğu büfenin üstünde fotoğraflar, değeri tartışılır bir iki vazo, önde de bir kolonya şişesi olurdu. Kolonya genellikle « limon » kolonyası olsa da, zevke göre ağır kokular da sürünülürdü.Benim sorunum anneme gelen misafirlerdi.O yılları popüler kokuları  ;  » le soir de Paris » ,  » chat noir « , « gonca », « bourjois », « baghari » vs. sürünmüş bir sürü kadının sizi öpmek , başınızı okşamak ve de o kokulardan kaçıp, bahçede saklanmak, bu « kabusu » halen yaşarım. Bu konuya Simonetta Gregg

göz boyama

Resim
1950 yıllarına dönersek, bir başka bir Türkiye görürüz. Bolu’da geçen çoçukluğum ,dingin olduğu kadar da kendi içine kapanık (autarcie), geleneklerine bağlı bu kentin çok renkli anılarıyla doludur. Her yıl Eylül ayında, bir ay süreyle, kentin ünlü karaçayır mahallesinde çok büyük bir alana  » panayır  » kurulurdu. Tüm dükkanlar, lokantalar, Bolu’nun kendine özgü, yöresel ne varsa bu çadırlara taşınır, bir ay süreyle orada yaşanırdı. Ama asıl « variété » dışarıdan gelen, kimin,nasıl organize ettiği meçhul, « atraksiyon » ; yani : çadır tiyatrosu – İstanbul barlarından toplanmış , ikinci sınıf   »konsomatris » ve de şarkıcı, dansöz-, sihirbaz,canbaz – Fellini’nin « la Strada » filmindeki kişiliğin ta kendisi- , Hint okyanusundan yakalanmış dünyada eşi olmayan « siren » deniz kızı Zühre, hayaletler tüneli, belkemiği olmayan adam « Cemal » vs. Ayrıca da aklınıza gelmeyecek, para çekici her türlü oyun ve üç kağıt. Amaç her çağda geçerli bir « syndrome »  u  kullanmak, bir başka boyuta sokma

cinler

Resim
Bir kaç yıl önce Taksim’den Tarlabaşı’na doğru inerken,bir vitrin dikkatimi çekti,vitrinde Ömer Uluç’un bir süredir borulardan yaptığı « heykel-objet » diyebileceğimiz bir iş sergileniyordu,yaklaştığımda « inşaat malzemeleri satan bir dükkan olduğunu gördüm;gerçekten adam çaktırmadan bir   »ÖmerUluç » yapmıştı,metresine 6 lira verir,doğruca bir galeri ya da müzeye taşınabilirdi,dükkan sahibine de;Marcel Duchamp,ready-made ve de objets usuels exposeé ‘den söz etmek gerekirdi ama vaktim yoktu.Bu fotoğrafı Doğan Paksoy’a dergisine koyması için göderdim ama koymadı Ömer’in hışmına uğramak istemiyordu kanımca.Bu olaya değinmem ,Paris’de « Grand Palais » deki « Monumenta » sergileri ki şu günlerdeki « Anish Kapoor » sergisinden daha sonra söz edeceğim,nereye doğru gittiğimizi ve de « absürt » sınırlarını zorlıyan,bizim « enayiliğimizle » dalga geçen,aynı mekanda gördüğüm Anselm Kiefer’in gösterisi,gösteri diyorum çünkü bunun « sanat »la hiç bir ilgisinin olmadığı gözümüzün önünde.Kiefer « S

bir sergi anısı

Resim
1970 yılında Paris’e gitmeden önce ,yeni açılan Taksim Belediye Galerisinde bir « veda » sergisi yaptım.Sergi son çalışmalarım;litografi,desen ve gravürlerde oluşan 22 resmi içeriyordu. serginin teması « içenler » di,o çok güzel yaşadığımız bir başka İstanbul’un akşamı, yani « vakt-i kerahat », Arnavutköy- den Bebek’e doğru sizi çağıran « erguvan » bir ses,Yalnız o değil tüm İstanbul ,örneğin « kör Agop’un ölü balık meyhanesi » sergi davetiyesinin de resmiydi bu.Bilmiyorum belki ben gidiyorum diye,serginin tüm resimleri satıldı,o günlerde resim satmak,belki  bir iki ama katiyen tüm sergi değil.Galeriyle Divan oteli arasındaki parkta, köşk misali çok güzel bir meyhane vardı ki galerinin bir kapısı da buraya açılıyordu,sanki galerinin özel meyhanesi gibi.Serginin satılması gücüyle meyhanede veresiye hesap açtırıp,gelen dostlarımızı orada ağırlamaya başladık,gerçekten anlatılmaz kefliydi. Sergi sonunda sevgili Aziz Çalışlar’la resimleri verip paraları topladık ; 22 resim 230 lira etti,

Dingin bir pazar günü

Resim
3 nisan 2011 / Paris Bugün dostum Ali Hatemi’yle  » Grand Palais’de « Artparis-Justart » salonunu gezdik.Önemli « megolo / galerilerin yanı sıra, tam « çağdaş »sözcüğünün arkasına gizlenmiş ; »turistik obje/gadget, luzumsuzluğun gerçek tanımına özgün zevksizlik ve ukelalık,kardeş salon FIAC özletmiyecek laubalilikle günümüz çağdaş sanatını iki saatte özümledik. Chagal’ın  17×23 boyutunda çini mürekkep bir deseni 150 bin euro, yanındaki Redon’un 40x 30 pastel çalışması 900 bin euro, biraz daha yakın;Alijensky’nin eski bir atlasın sayfalarına çiziktidiği 18×24 yapıtı da 35 bin euro. Yaşasın sanat !

Beatrice

Resim