BİENALLERİN SONU

LYON BİENALİ - Sam keogh / Know Worm

Contemporary İstanbul fuarıyla ilgili yazımın başlığı “ Çağdaş Sanatın Bulanık Sularında 2 “, belki çağrışım yaptı, çağdaş histerinin en uç, en anlamsız biennalerinden biri olan 15. Lyon Bienali de kendine bir içerik olarak : “Bulanık Sularda Geziler”/ "Voyage En Eaux Troubles" koymuş ama başından bu yana kendini soyutlayan, bir kimlik ararken; asıl amacını yitiren bir panayır görünümündeki bu bienalin çok yakında bu bulanık sularda batacağını bir sezgisidir kanımca!

LYON BİENALİ - Leonard Martin / Ucello'nun İzinde
LYON BİENALİ - Mineuk Lim / Eğer Ben Seni Görüyorsan, Ben Seni Görmüyorum


Öteki bienalere göre daha geç başlamış ama bütçesini ve açılımını bu zengin Lyon kenttinden sağlayan, kültür bakanlığının da yardımıyla da uluslararası bir düzeyi düşleyen  ne yazık başaramayan bir contemporary'nın bence ilk kurbanlarından biri olacak!

LYON BİENALİ - Andreas Lolis / Résidence Permenant


 Ne zaman “plastik sanatllar” içeriğinde geleneksel sanat: pentür, sculpture, estamp vs. sınır dışı edildi, sanatçı kabuk değiştirip “plasticien”e dönüştü, önce şamataya dönük her şey; installation, video- audivisuel, graffiti, performance vs. giderek gösterecek bir şey kalmayınca: art sociologique, urbanism, küresel sorunlar olarak yön değiştirip, biennal kavramı kendi kendini yok etmeye başladı. Başlangıcında dört önemli biennal’den hareketle küresel 32 uluslararası bienal’e dönüşünce, bunları yöneten lobilerin yönetimi, bilgi ve krotör dağıtımı ve de kontrölü önemli bir sorun olmaya başlamıştı! Sonuçta akıl hocası Cassel Documanta’nın  60 milyon dolar borçla çöküşü, Venedik dışında ötekileri de sunami misali beraberinde götürdü.
Önce bakışımızı 16. İstanbul Bienal’ne çevirelim: İKSV - İstanbul Sanat vakfını yöneten, Arter’den Salt’a, Borusan’a vs. kadar kendini dış kaynaklı “contemporary’e adamış zenginler klübünün bu lüks düşlerinin bir devamı olarak kurgulayabiliriz bu Bienali. Ama ardında yatan snop kompleksler dışında, içinde yaşadıkları toplumun analizini yapmadan üst düzeyde hava atan; Türkiye’yi tanımayan ama dıştaki lobilerin tavsiye ettiği krotörler’le ( herhalde beleş değil ) o topluma güya sanat adına öğreti yapmak ve onlara gerçekleri göstermek, sanal masallar anlarmak; Örneğin Dolapdere halkını Chantal Akerman’nın filmleriyle sinema adına eğitmek - sözüm Arter’e! -
Şimdiye dek bir envanteri yapılmadı bu tür etkinliklerin, örneğin Bienal’in tanıtma yazısında 25 ülkeden 56 sanatçı, yalnız sekizi Türkiyeli ve bunların ürettiği 220 iş! bu konuların içinde değilseniz bilemezsiniz bir sergi yapmanın ne bela bir iş olduğunu, altını çizeyim bu 220 iş, genellikle installation, malzemeyle yapılan kurgular, devas boyutlar vs. Bu yabancı sanatçıların geliş - gidiş - kalış, diyelim misafirlik ama getirilen tüm malzemenin transportu ve de sanatçılara ödenen nedir? Böyle bir bienale’in ederi ve de giderek amaçı: sanat, kültür ve de moral se bu vision’nun ulaştığı insanın anatomisini tartıştık mı!? Benim önerim: bu biennali yöneten yabacı kürotöre; hanki ülkeye ayak bastığını bilmesi için önce iki türk gazetesini başından sonuna, ilanlarına kadar çevirip okuturum, televizyonu da izlemek şartıyla!
Kendisine Türk basınında pırıltılı bir geçmiş, ışıklı bir gelecek çizilmiş krotör Nicolas Bourriaud kimdir? Bence epey krismatik ve de çok ihtiraslı, kart-visitinde olabilecek her şey yazılı bu kişilik, her yerde varolmak için; önce politika - sosyalist partisinin dümen suyunda, Arnaud Montebourg’un yakın dostu giderek onların açtığı yolda Palais de Tokyo ve Tate Britain, daha ilginç gömlek değiştirip Sarkozy’nin eşi Carla Bruni’nin torpiliyle Akademie de baeux-Arts Paris’nin direktörlüğüne, daha sonra Montpellier Contemporant’nın yöneticiliğine kadar!

PALAIS DE TOKYO'da aktüel bir sergi: Thomas Saraceno/Algo-R(h)i(y)tms
Belki inanmayacaksınız ama gerçekten Paris'de eğlenmek istiyorsanız, gidin görün; işte Bourriaud gibi lafla geçinenlerin sırtının dayadığı, "yeni modernite" ve "altermodern" sapmalarının komikliğini!

 Güzel Sanatlar Akademisi bizim yaşadığımız 70 yılları sonunda, Paris’in tüm pentür galerilerini yok eden “conceptuel virüsüyle yolunu değiştirmişti ama Bourriaud’nun gelişiyle tamamen ters-yüz oldu, bu gün Palais de Tokyo’da gösterilmek istenen “ne-mene” şarlatanlık bu akademinin öğretisi oldu! Bununla yetinmeyip yeni sanat teorilerine, örneğin. Postmodernisme’in sonunu ilan ederek kendi yarattığı akım “Altermodern” yani başka bir modernism’i, çağımıza uygun bir değişimi Tate Britain de “Triennale dArt Modern” sergisini 28 uluslararası plasticienle gerçekleştirdi: Peki yeni olarak ne yapılabilir; ağzınla kuş mu tutacaksın! Yine aynı installationlar, video, neon tüpleriyle yazılar!
Bu biennalde tezi, günümüzün en aktüel konusundan almış göz göre göre yitirdiğimiz planet, geleceğin şüpheli oluşu ve de plastik artıkların oluşturduğu “yedinci kıta”, güzel, belki haberiniz olmadı ama Venedik Bienali’de aynı konuyu içerdi, bir "absürt" olarak bu bienallere özgü!

İsterim ki herkes gitsin görsün, basında, bankaların beslediği lüks sanat dergilerinde ve de onların galerilerinde, snop kokteylerinde konuşulanların gerçek olmadığını, ilgisiz yerlerdeki enayice installationları, minimalist komik happiningler, lüzumsuz söylevler! Yaşadığım bir anı: hangisi olduğunu unuttum, yine Venedik, bizim paviyonda - büyükçe bir baraka - Yüksel Arslan sergisi; önce resimler minuskül ve de kötü asılmış, kanımca büyük etki yapacağını düşlemişler, ben gezdim ve biraz uzun kalmıştım, çıkarken gardiyan bana: -“ çok ilgilendiniz Bienal bitmek üzere ve de siz dokuzuncu görücüsünüz” demişti! Kim niçin gönderdi bilmiyorum, belki yirmi yıl öncesi gerçekten pantür sergilenen bienallerde kalmıştı akılları!

VENEDİK BİENNALİ - Eric Thys / Monde Cane Organ Piece
VENEDİK BİENALİ - Marco Godinho / Written by Water
VENEDİK BİENALİ - İnci Eviner / İci et Ailleurs
Bu cılız ve komik installation biennale bizim gönderimiz, İnci Eviner istediğini yapsın ama onu sürekli bu biennale gönderenlerin onun işlerinden aldığı hazzı gerçekten öğrenmek isterim!

16. İstanbul Bienali'nin başlığı "Yedinci Kıta" ve de bize "Androposen Çağı"nı çağıştırması bizi, "nesli tükenmiş türleri anımsatan"... işte tam bunları yazarken günün haberlerine bakmak için bir ınternet gazetesine göz attım:


"Feral Atlas Collective (Yabanıl Atlas Kolektifi), insanların kurduğu altyapıların öngörülememiş etkilerini incelemeyi hedefleyen yüzden fazla biliminsanı, hümanist ve sanatçıyı bir araya getiriyor. Antroposen’in süreçlerine yönelik disiplinler ötesi bir bakış açısı geliştiren kolektif, plantasyonlar, nakliye yolları, fabrikalar, barajlar, elektrik santralleri ve sondaj makineleri gibi sıradan altyapıların ne kadar ölümcül etkileri olduğunu ortaya koyuyor. Feral Atlas’ın henüz tamamlanmamış en büyük çalışmasının bu küçük bölümü, görsel antropologlar Jennifer Deger ile Victoria Baskin Coffey, mimar Feifei Zhou ve ünlü antropolog Anna Tsing’in küratörlüğünde sunuluyor."

BİENAL'E DAHA GENİŞ AÇIYLA BAKARSAK: kendini tüm "contemporary'e adamış bir gazetecinin yorumuyla bitirelim:

 "Hayal ürünü bir alemin resimli ansiklopedisini hazırlayan Luigi Serafini’nin muhayyilesi ve sabrı ve becerisi de öyle… Heykellerini suya gömüp midye ile kaplamasıyla tanınan Simon Starling’in İstanbul için yaptığı midye kaplı maske ile birlikte bu işlerin tümü, aslında sanatta çokça yapılan bu nedenle belki de artık şaşırtıcılığı kalmayıp etkisini yitiren bir tarzın devamı gibi. Damien Hirst’ün 2017’de Venedik’te de sergilenen devasa midye kaplı heykellerle (Treasures from the Wreck of The Unbelievable) büyük bir şova dönüştürüp tüm sürprizini emip bitirdiği bir tarz…"

ŞAŞIRTICI DEĞİL Mİ?















Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BİR MÜZEDE OLMAK YA DA OLMAMAK - LEVENT ÇALIKOĞLU

UTKU VARLIK - SANAT AYRICALIKTIR / HELİN KAYA

GÜLÜNÇ BİR ADAMIN DÜŞÜ - BEDRİ BAYKAM