RESİM ÖĞRETMENİ
Belleğimde her zaman gezinirim Bolu’da, 40 ve 50 yılları, bu ilginç dönem Türkiye’nin değişim yıllarını içerir, bir tiyatro sahnesi gibi, aktörleriyle gelip gider , bir oda tiyatrosunun mütevazi, anlamlı bir perdelik oyunuydu bu kent; acaba bir yıl önce annemin ölümüyle bu perde kapandı mı bilmiyorum. İşte, yaşadığımız bu dönem nostaljiye dönük sanki bana “mutluluğun resmi gibi gelir, anılar da öyle yaz bulutları gibi bu dekora boyanmıştır, hiç bir yere gitmezler. Küçük bir kentti Bolu; çok okullu aydın bir kent, memurlar, öğretmenler, ormancılar ve de kenti çevreleyen civar köylüler. Cumhuriyet döneminin gerektirdiği özgün yaşama, kılık kıyafet, saygınlık ama burada imgelemek istediğim şimdi yok olan bir yaşayış tarzıydı. Kent te öyle, kendine özgü, bahçelerin içine gömülmüş ahşap evler, okullar, vali konağı, kışla, mahvel, Fırka ( yüksekçe bir park) ve de Belediye, meydanı ve de şehir sineması. Kentin ufuk çizgisi dağlarla sınırlandırılmıştır; kurduğumuz hayaller fazla uzağa gideme