Kayıtlar

Mayıs, 2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

UZAKTA FIRAT

Resim
Sanki buralarda yaşamışşım gibi bir duygu var içimde , sürekli o ikilemi yaşıyorum ; zaman silememiş taşların belleğini , kil , granit ya da mermer : sonra o ağacın altına oturup uçsuz bucaksız Fırat ovasına bakıyoruz ; ufuk tarifsiz bir mavi , bereket de mutluluk gibidir bir gelir bir gider ama o berekete kimler gelmedi , ne hesaplaşmalar oldu bu topraklarda , Argisti'nin oğlu Sarduri anlatıyor : Fırat durgundu ama oradan karşıya geçen hiç bir kral yoktu şimdiye dek. Tanrı Haldi'ye yakardım , Urartu tanrıları Teişeba'ya Şivini'ye içimi döktüm ;           Tanrılar béni dinlediler , bana yol açtılar , Tümeiski önünde            askerlerimle karşıya geçtim . Amaç aslında eski bir düşü gerçekleştirmekti , bir türlü gidemediğimiz Nemrut dağı ; daha önce gidenler ; katırla , eşkiyayla , gece - gündüz , sıcak - soğuk ; dostlarımın izlenimleri tüm imgelerini toplayarak yola çıktık , göz alabildiğine boşluk, çıktıkca Fırat  çok uzaklarda ışıldıyor , olağanüst

İSTANBUL 2

Resim
İstanbul bir süre sonra size başka kapılarını açar ve bir tiyatro misali 2. perde başlar yani dekor değişmiştir ; ilk izlenimler ve hüzün bir "routine" olarak sürmesine rağmen yakın dostlarınızın  bu görüşmediğiniz sürede oluşan "Çohov" vari küçük öyküleriyle ya da dramatik bir tiyatro oyununun bir perdesinde bu oyuna yani kente girersiniz Ali Hatemi Ali Hatemi'nin şu günlerde yaşadığı küçük bir öykü değil , "epik" bir tiyatro , kendini bir yazgıya bağlatan kurallara baş kaldırışın , çok iyi bildiğimiz , insanın hiç bitmeyen öyküsü : " yasak aşk " ! Bilinmez hep kadere bağlanmıştır bu ; hep kötü biter nedense. Ali ve Zeynep'in öyküsü bence Orhan Pamuk'un "massumiyet müzesine" girebilecek kadar dürüst  , bir " arınma" , "bahar vurdu başıma " gibi  , işte öyle bir şey . Bunu Modest Moussogski 'nin "Bir sergiden Tablolar eserindeki dördüncü öyküyü  müziğiyle düşlüyorum ;   yaşlı cadı "

İSTANBUL

Resim
Albert Camus ' nün " Yabancı " adlı romanının ilk cümlesi "...Bugün annem öldü , dün de olabilir ; bilmiyorum ! " , dünya edebiyatı baş yapıtlarının en etkin ilk cümlelerinden biridir şüphesiz . Çok ilginç ; İstanbul'a geldiğimin ikinci gününde  annemin ölümüyle ilk anımsadığım  ve de o sürede içinde yaşadığım kurgunun  benzerliği şaşırtıcı . Benim de anneme ,  bu çok uzun geçen zamana , anılara yabancılaşmam da başka bir benzerlik oluyor ; sonuçta yaşanılan sanrı hep aynı , sanrı ; " ölüme dair " yatan kadın / mermer yontu-Sabancı Müzesi Parkı Emirgan Yaşlandıkca hayatın anlamı da değişiyor , paralel ; eski hüzün de içeriğini değiştirdi nostalgie gibi , kent başını almış gidiyor , eski yaşanmışlıkların adresini ararken karşıma çıkanlara bir soru "..hala burada mı yaşıyor ? " Başka bir nedenle yazmıştım ; Her kez geldiğimde ,  üçüncü gün bana tarifsiz bir hüzün verir bu kent ; buna Baudelaire'e özgü " Spleen d'İ