SANATIN CIVIDIĞI YER
Bir zamanlar “şaşırırdım”, bir tuval, bir yontu, bir şiir, ne bileyim sanki Bach’ın hiç ölmeyen müziğindeki gizem, bir romanın labirentlerinde dolaşmak tutkusu; buna özgü her şey, giderek “sanatın simyası” bir başka boyuttu yaşantımda. Zamana göre çok kısa bir süreçte iletişimin bir başka boyuta geçmesi, gözümüzün önünde çok evrensel bir açılım sonucu; görmek, bakmak, duymak, sanatı yansıtmak adına kapımızın önüne geldi; sanatçı olmak bir ayrıcalık değil artık, “şamataya” dönük her şey pazarlanıyor ve bütün bir hızla! Oktay Akbal’ın ilk öykü kitabının başlığını sevmiştim: “Önce Ekmekler Bozuldu” sonra her şey! İnsan’a dair bir iç deniz çekilmeye başladığında, sığlaşma önce imgesel alan’dan başlamıştı, niçin: belki varolanı bozuk para gibi harcamıştık; sanat artık her durumda “manipüle” edilebilen, ekonomik güçlerin yatırım alanında, spekülatif, düşünme yeteneği gerekmeyen eğlendirici bir “sirk” olmuştu. Bir gün Paris’de Galeri Perrotine’de bir Çinli artist gözüme çarpmıştı, biraz ...