ŞEFİK BURSALI - anı -
Şefik Bursalı için yapılan bu anıt-heykeli görmeseydim, tekrar “anıların” kapısı açılmayacaktı. Durup dururken belleğimde yaşanmışlık tekrar alt-üst oluyor ve de beraberinde birbirine dokunan ne varsa su yüzeyinde:
Türk dili bir step dili olduğu için, her konuda olduğu gibi sanat ve resimde de yabancı dillerdeki sözcüklerle doludur; örneğin Akademi’de: eskiz, desen, pentür, galeri vs. Küçük bir sözlüküğü doldurur! “Cour de Soir” da fransızcadan gelmedir, “akşamları 18-19 saatlerinde çıplak modelden desen çalışma atölyesi” ama genelde bu saatte kimse kalmazdı okulda. İşte bu atölyenin hocası Şefik Bursalı’ydı. Çok kısa boyu nedeniyle ya sa sesi, belki de tarifsiz bir “unutulmuşluğun” hesaplaşması; - kendinle de olabilir - çok konuşması; nedeni - bence - resim atölyesi verilmemesi onu ikinci plana atmıştı. Ötekiler: Cemal Tollu, Nurullah Berk, Zeki Faik, Ali Çelebi, Cevat Dereli, Bedri Rahmi en sonra Neşet Günal, niçin Şefik Bursalı’y gerektiği gibi davranmadılar, “farkına bile varmadılar” oysa Bedri ve Neşet dışında hepsi Andre L’hote’un izindeydiler, hep aynı konuları işleyen: “Kurtuluş Savaşı, Balıkçılar vs.” yarı kübist yarı ne mene bir figür ve de hiç bir hayal kurgusu olmayan resimler, bıktıran peyzajlar, yorgun portreler, bir zamanlar var olan bir kaç ulusal müzeyi “Çağdaş Türk Resmi” olarak doldurmuştur. Çok ilginç Resmin bir “meta” olması sonucunda bu müzelerdeki bu resimlerin çoğu çalınmış, öteki yarısının da benzer kopyaları yapılarak orjinalinin yerine asılmış ve de yıllardır sergilendikten sonra da farkına varılmıştır! Bu sürede Şefik Bursalı’da bu “Tsunamiden” nasibini aldı, resmi satıldı ve Ankara’da müzesi açıldı, şimdi de anıt heykeli yapıldı!
İlk yıllarda “Cour de soir” atölyesini hiç kaçırmadım, giderek bazı akşamlar Bursalı, model ve ben olurduk, - “ ..hocam kimse yok, model Deniz’i yormayalım, bırakın gitsin, ben hayalimden yapayım!”, hoca birden kızar: “…ne demek bu atölyenin varoluşu modelden desen çalışmak, ben olduğum sürece model de yerinde olacak! Ondan sonra katiyen müdahale etmedim ama yavaş yavaş bu saatler bizim meyhane saatleriyle çakıştığı için ekmeye başlamıştım, bir gün: “… Utku dün akşam Şefik Bursalı herkese Utku hasta mı diye soruyordu, atölyesine gitmemişsin!”
1963 yılının kanımca ekim ayı olsa gerek, Kürt Necati ile Beyoğlu'nda Hasnun Galip sokağına çıkan küçük bir sokakta, ufacık bir gişe görünüşünde yalnız esrarlı şarap dediğimiz, dünyada içilebilecek en kötü şarap ve yanında haşlanmış yumurta satan Hiro’da, söylemeye gerek yok; o zaman bir lira kaporalı, iki boş Güzel Marmara şişesi verdiğinizde, size bir kadeh özel şarabından - kirli bir su bardağında- verir ve aniden gişenin inme pancurunu bir giyotin gibi kapatırdı! Yumurta için de bir şişe ödemek gerekirdi. Sokak Yeşilcam'a gelmiş ve de umudunu yitirmiş tipler, müzmin figüranlar, üç kağıtcılar ve civar barlar de çalışan kadınların yaşadığı tipik bir Beyoğlu’ydu.
Beyinlerimiz uyuşmuş, Küçük Parmakkapı sokaktan Beyoğlu'na yürüyoruz Asaf Çiyiltepe'nin Gen-Ar tiyatrosunun altındaki resim galerisinden - tiyatro ve galeri Muhtar Kocataş'ındı - gelen seslerden uyandık, gözümüzün önünde iki adam, Akademiden "cour de soir" hocamız Şefik Bursalı'yı kaldırıma koydular! Hoca- “.. siz kimseyi kandıramazsınız, çocuk ressam ...olamaz efendim, ne günlere kaldık; üstün kabiliyetli, gel bunu bakkala anlat, dolandırıcılık sizin yaptığınız, kendinden geçmiş bağırıyor! Biz koşarak - “.. aman hocam sakin olun n'oldu , size ne yaptılar?” Durumu öğrenmeye çalışıyoruz; ” ..ha, aman oğlum git gör: iki karış bir oğlana bir şeyle çiziktirmişler sonra bize ressamlık satıyorlar; olur mu, biz Akademi'de tere mi satıyoruz, utanmaz adamlar” diye bize anlatırken, yukarıya çocuk ressam Bedri Baykam'ın babası Suphi Baykam çıktı, "..beyfendi çekip gitmezseniz polis çağıracağım, utanmıyor musunuz bir çocuğa bağırmaya”; Şefik Bursalı umulmaz bir çeviklikle adamlardan sıyrılıp Suphi Baykam'a sıçradı: - ” ben size bağırdım , siz siniz bu çoçuğu kandıran, utanmaz adam vs.” Biz olaya el koyduk, Neco hocayı oradan uzaklaştırırken ben de Suphi Baykam'a tartıştığı adamı kim olduğunu anlatarak galeriye indik. Girdiğimizde; duvarlarda kowboy resimleri ve de olaydan korkmuş, kısa pantalonlu esmer bir hintli çocuğu anımsatan iri siyah gözleriyle Bedri Baykam bana bakıyordu.
Ne güzel anılar.Ve sizi dinlemek zaman da yolculuk gibi çok güzel kaleminiz fırçanız gibi renk katıyor bizlere Sayın Utku Varlık
YanıtlaSilTeşekkür ederim Şeyma, anlatmak kanımca "arınmak"; ne yazık "nostalgie" de eskisi gibi değil!
YanıtlaSilTeşekkür ederim Şeyma, anlatmak kanımca "arınmak"; ne yazık "nostalgie" de eskisi gibi değil!
YanıtlaSilIkinci defa okudum bu yazıyı,tarihe dūşūlmūş not gibi.
YanıtlaSil