ANILARIMIZIN PENCERESİ


Geçen ay bir süre İstanbul'da kaldım , nasıl anlatılır bilmiyorum ; kırk yıldır her dönüşümde  başka bir "sığlaşma" yaşıyorum bu kent te , belli bir yaşa gelmek gerekiyormuş ; Beaudelaire'in  "Le Spleen de Paris" de anlattığı bunalımı. Her ne kadar dilimize "Paris Sıkıntısı" olarak çevrilmişse de , bazı sözcüklerin çok anlamlı olması , yine çeviri için bir önemli bir güçlük. Bir çok dilde de karşılığı yok ;
"le spleen" içerik olarak geçici bir mélancolie , bıkkınlık ,

Buna benzer başka dillerde de gizemini sürdüren sözcükler var ; ancak o dili yaşayanlara özgü gizli bir ezgi taşırlar ; örneğin Portekizce de " saudade " sözcüğü ki sözlük de anlamı : nostalgie'nin izlerini taşıyan bir mélancoli olsa da tam bir çevirisi olanaksız . Yiten bir şeyi özlemek nostalgie'den öte , hem yakın hem uzak , tekrar dönüş olanaksız , geçmişi anımsamak , hüzün de var içinde şiir ise daha çok. Benimki belki buna daha yakın sıkıntıdan öte. 43 yıl bir "sünami" misali genellikle güzel dostlukları anılarıyla birlikte götürdü , ne kaldı dersek ; evet o sokak , o mekan ama her geldiğimde dekorlar bir bir eksiliyor .  Kimseyi tanımıyorum özellikle sakladığım bir iki dostumun dışında , içki mekanları herşeye rağmen duruyor , eski meyhaneler dolup taşsa da " saudade" ı yaşayaşacak yalnız bir masa var hala . Tüm tahattür içinde Beyoğlu'da yürüdüğümde , alışkanlıkla Krapen pasajı'na giriyorum , tümüyle sahhaflar çarşısına döndü ama aynı sanrı olduğu gibi duruyor hala ; 80 yıllarında her geldiğimde müdavimleri elimle koymuş gibi bulacağım Neşe'de patron Bayram aynı ciddiyetinde barın arkasında; önce Dürnev'in sesi geliyor , abisi Pertev Tunaseli'yle bir şey anlatıyorlar herkes gülüyor , yeşilçamcılar , Hayalet Oğuz , Edip Cansever , Patriyot Hayati , Atilla Tokatlı , kimler yok , üst katta oturan ressam Erdoğan Değer bana Paris haberlerini soruyor , eve çıkıp biraz çalışacak ama bir türlü ayrılamıyor. Çıkıyorum pasajdan , ocak 2013 , hava yağmurlu Beyoğlu alabildiğine kalabalık ama biraz önce yaşadığım "saudade"la yalnızım , Tünel'e doğru yürüyorum , gözüm yepyeni , tertemiz , dışa açık , sütünların gözü alabildiğine derinliğine götüren bu galerinin ne olduğunu merak ederek yaklaştığımda " SALT-BEYOĞLU" bana Bankalar Caddesindeki (eski Osmanlı Bankası)  ve de geçen yıl üstüne bir de blog da anlattığım "absürt" mekanı anımsadım ; demek bu binanın tümü de "conceptüel araştırma merkezinin" sergi alanıymış!





Dışta bir nehir gibi akan insan seli buraya dokunmuyor , yalnızım , korkuyorum , bir "anıt-mezarı" gezerken yaşadığım korku ve merakla giriyorum ; gözüme ilişen bir etiket Hassan Khan - Superstructure / Feedback mikserleri , filtreler , işlemciler laptop , sanal synthesesizer -PERFORMANS- beni ikna etmiyor !


Bunun neye yaradığını öğrenmem gerek ; satılık mı , kaça ? Alırsam kafamdaki bu "conceptuel"in düğümünü çözebilecek miyim ? Tüm katlar gizemin ta kendisi ! Çaresizlikle kıvranırken uzakta bir genç kız beni görmüş , yardımıma koşuyor , soruyorum ".. bu yanlızlık bilerek mi yapılmış , amacı ne , niçin kimse girmiyor ? " Evet diyor kız "..bilerek ama daha da yanlız olmak istiyorsanız karşıda başka bir mekan var , isterseniz bir bakın. Teşekkür ediyorum , dışarıya çıktığımda kalabalık daha da yoğunlaşmış , bakıyorum doğru sözettiği binayı görüyorum , yaklaştığımda , yeni restauration yapılmış bir "pera" binası , tertemiz , bir anıt-mezar dinginliğinde ; BORUSAN !


Sonuç olarak şunu düşünüyorum ; " ..gerçekten biz türkler kimseye benzemeyiz , belki dünyanın en absürt ülkesiyiz ! "























Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BİR MÜZEDE OLMAK YA DA OLMAMAK - LEVENT ÇALIKOĞLU

UTKU VARLIK - SANAT AYRICALIKTIR / HELİN KAYA

GÜLÜNÇ BİR ADAMIN DÜŞÜ - BEDRİ BAYKAM