OXYMORE / GÜNLÜKLER VE CAN SIKINTILARI

Bir şey yapmak çok güç; bir "ses" duyurabilmişseniz bu akan zamanda aman saklayın, güncel olmuş sa, tüketilmesi bile bir şans ama sınırlarını aşıp evrensel bir boyuta girmişse, işte o zaman "labirent"in içindesiniz; sizden bir "performance" bekleniyor. Günlük haberlerin içinde ilgimi çeken: "Pink Floyd'un dönüşü". Malum bu mytique müzik grubu çok uzun bir süre önce dağılmıştı; yapabileceğinin ötesinde evrensel boyutta. 70 yıllarında "Altec Lansing" haut-perleurs'lerimle dinlediğim tek güncel müzik grubuydu. 55 rue Pascal'da yaşadığım küçük evin, ses konusunda bir  sıkıntısı yoktu, yandaki Portekizli bile sonunda Pink Floyd hastası oldu. 1965 kurudlan bu grup, tek başına filozofik bir concept getirmiş ve de çok ilginç müzik adına gününe uyumu en zor kişileri bile çekim alanına sokmuştu. Grubun başını çeken Syd Barrett, LSD uyuşturucusundan yok olup gidince, arkadaşı David Gilmour yönetimi ele alıyor, Roger Waters'le beraber. Nick Mason davulda ve de Richard Wright piyano.






Müzikte yapılabilecek olan "yenilik" söz konusu değildi, bunu yapmak içinde müziği rayından çıkartmak amacı da değil değil, algılarımızı sarsmadan bir başka boyuta girmemiz. İşte bunu başardı Pink Floyd ve de hiç bir zaman gününün "actuel" müziğiyle de karıştırılmadı. Bir Sicilya akşamı Teormina'nın antik dekorunda, arkaya  Etna yanardağını alarak yaptıkları konser hala belleğimizde .
Tüm bu yıllar çok geride kaldı, grup bir çok kez dağıldı, ölenlerin yerini alabilecek ya da varılan yerden tekrar başlanabilecek bir cynergie olamıyacağına göre repertuarı tekrarlamak, yaşlanarak varılan dış fiziği de göz önüne alarak bir dönüşüm yapmak - çok yazık- tekrar bir "intihar" deneyimi. Peki nedir sürekli "actüel" olmak hırsı? Kanımca ne parasızlık ne de süreklilik; bence iyi yazılmamış bir tiyatro oyununda ki üçüncü perde. Dilimizde ne yazık bazı sözcükler yeterli değil örneğin "démystifier" fiili, büyük güçlüklerle başarılan ya da varılan bir durumu "hiç" e indirme; düş bozgunluğu. Örnekler çok: Bob Dylan da elinden geleni yapıyor,  Diyelim bu yalnız müzik konumunda değil, sanatta var olmak biraz da "denge uzmanlığı". Resimde bir süreç söz konusu olmasa bile buna benzer rahatsızları görüyoruz, örneğin durup dururken "jübile" yapmak, bilmem kaçıncı yaş "jübile sergisi" ya da kendine "müze kurmak" nın dayanılmaz isteği. Mégolomanie'nin dışında, yaşamın sonunda içine düştüğümüz "can sıkıntıları" bizi yavaş yavaş "kendi mezarını kendin kaz" eylemine çekiyor.



Can sıkıntıları yaz aylarında başka bir yörüngeye girer,  yaza özgü bilinmez  bir beyin uyuşukluğu, nedense anlatılmaz bir tatsızlık, görüş açımızı  başka yöne saptırır. Tatil kentlerinin kalabalık ve gürültüsü mü yoksa kentin yanlızlığı mı? Elbette ikincisi ama bügün başka bir boyutta yaşadığımız için o eski çınarların gölgesinde çay içerek gazete okuduğumuz günlerin ufuk çizgisi çok gerilerde kaldı. Dostum Emin Çetin Girgin, Blog'unda bir başka " can sıkıntısının" analizini yapıyor; konu:
Bilmiyorum üstad Abramovic'in kaymaklı baklavasını Newyork'a götürdü mü ama orada burada "şamata" yapan bu kadına karşı ne düşündüğümü daha önce yazmıştım. Hasan Bülent Kahraman'nın da bu "sinek kağıdına" yapışması beni şaşırtmıyor, beni ilgilendirmemesi belki daha doğru ama gelin görün; Türki'yede sanatı kendi doğrultularında yönlendiren, etkileyen ve de "manipulé" eden ama gölgede yürüyen bu kişinin anatomisini bilmekte fayda var.










Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BİR MÜZEDE OLMAK YA DA OLMAMAK - LEVENT ÇALIKOĞLU

UTKU VARLIK - SANAT AYRICALIKTIR / HELİN KAYA

GÜLÜNÇ BİR ADAMIN DÜŞÜ - BEDRİ BAYKAM