OXYMORE- YENİ PRENS

Tarihde bitmeyen savaşlar, değişen güçler; yıkılan imparatorluklar ama her zaman halklar ve onları yönetenler; krallar, sultanlar, prensler, şehzadeler! Her zaman şaştım; 21 yüzyıldayız ve değişen hiç bir şey yok ama konu tarih değil sanat, resim; geçen gün basında; “Thaddeus Ropac, Londra’nın yeni prensi!” oysa Paris’deki galerisinde Baselitz’in sergisini görmüştüm, bir kaç gün önce. Daha önce yazmıştım; Nobeli almış bir yazar olarak Orhan Pamuk’uğu Paris’deki gelerisinde bir yemeğe çağıran ve Kiefer’i ona tanıştıran Ropac, işini iyi biliyordu; bu olağanüstü gecede Pamuk onlara: “..aslında yazar değil, benim düşüm ressam olmaktı” diyerek davetlileri duygulandırmıştı! Peki kim bu Thaddaus Ropac? Görünüşte ciddi bir Avusturyalı, soğuk, orta yaş; dış kabuklarıyla yargılayamayız insanları ama geçmişine döndüğümüzde, başlangıcını bir tek cümle ile: “..22 yaşında Joseph Beuys’un asistanlarından biri oluyor; “Zeitgeist” - zamanın ruhu- sergisinin Norman Rosenthal tarafından Berlin’de yapıldığında. Beuys açıyor bu kapıyı Ropac’a; New York’da Andy Warhol ve onun sayesinde Leo Castelli’le tanışıyor; ve bu karşılaşmalar onu sanatın çekim alanına, Lienz ve Salzbourg’da açtığı galerileriyle giriyor; Jean- Michel Basquiat’nin sergisi ilk olarak sonra Kaith Hering vs. 1989 tüm etkinliklerini Salzbourg’da Villa Kast’da topluyor ve de hala Avusturya’nın en önemli galerisi. 1990 da Paris’de Marais’de ilk galerisini açıyor ve 2012 de Pantin’de 4700 metrekare devasa sanat sitesiyle krallığını ilan ediyor. İlk sergisini de ustası Bauys’ a adıyor; Beauys’un Goethe’ye gönderisi “İphigénie” yaptığı bir performance: Beuys beyaz bir kürkle cymbal çalıyor ve arkada otlayan beyaz bir at!


Londra prensliğini, kentin en şık merkezi Mayfair’da açtığı 1600 metrekarelik galerisi yine özel bölümde Basquiat, Warhol, Baselitz, Gormley den oluşan kendi kolleksiyonu. Kolleksiyonerlerin keselerine göre her türlü boyut: XXL mevcut. Tesadüf değil buraya gelişi Ropac’ın; hemen yakında Sotheby’s ve Chiristie’s, en önemli rakibi Gagosian, Hausser&Wirth, pace Gallery vs. Dehşetli bir çekişme beklenirken; Ropac, 26 nisan’da 500 çok önemli devetliyle “walking dinner” ilk çiviyi çakıyor. Gelenler en önemli müşterileri; prensler ve milyarderler. Sırtını yine Beuys’a dayamış, onun mirascısı olarak elinde artık bulunamayan işlerini saklıyor. Ekip olarak 110 danışmanı dünyanın önemli merkezlerinde büroları ve sürekli ilişkide bulunduğu önemli kuratörler, müze yöneticileri. Daha New York’u düşünmüyor çünkü Amerikalı alıcıları Londra ve Paris’e gelip shoping yapmayı seviyorlarmış am gerçekte Gogosian'nın saltanatına da dokunmak istemiyor, yoksa eli yanar!
Experlerin söylediğine göre Ropac, Brexit konusunda yanılmış, böyle olacağını bilseymiş bu belaya girmezmiş; gümrük ve bürokrasinin Avrupa dışına çıkışı olarak.
Galerinin “Ely House” bölümünde dört sergiyle başlamış; Gilbert&George’un “Dring Piieces”, “Video Sculpture” 1970 yıllarına uzanan işleri, öbür yanda Amerikan “conceptuel ve Minimal Ustaları”, Carl André, Dan Flavin, Donald Judd, Sol LeWitt, başka galeride Richard Serra ve Amatör Egidio Marzona’nın herkesin düşlediği kolleksiyonu!
Mayfair’de bu guruplaşmanın ötesinde başka çıkarlar söz konusu; bu zengin galeriler sanatçılarını pazarlayıp, onların fiatlarını saptarken ya da yükseltirken, Chiristie’s ve Sotbheb’s’ de bunları başka bir açıdan değerlendiriyor: örneğin Jeff Koons bir “Pink Party” organize etmiş, 1400 zenginin katılımıyla ama yaptığı “Pink Panter” Chiristie’s de 2 milyon dolara satışa konmuştu ; işte bu partiden sonra fiatını sekize katlamış, panterleri çoğaltarak.



Bu tür “manupulation”ları en fazla kullanan yine Warhol fondasyonu: surekli “marketing” yaparak. Şunu da unutmayalım piyasayı sarsmamak, küçük galerileri oyun dışı bırakmak için tüm yapılanlar, kendi aralarında önemli experlerin yönetimiyle oluyor. Bu üçgen Chiristie’s, Sotbey’s, Artcurial dışında düdük öttüremezsiniz!
Bunları anlatmamın nedeni geçende yine bu Ropac’ın Pantin galerisinde gördüğüm Baselitz sergisi: ama daha önce şunu açıklıyayım; hiç bir kompleks gütmeden, hiç bir önyargı, hesaplaşma yapmadan söylüyorum: resim, pentür, sanat adına bizim kafamızı yıkıyorlar, bizimle dalga geçiyorlar,  ve sanatı kendilerince ters-yüz ederek bize akıl veriyorlar. Ne desen, ne pentür; büyük boyut tuvallere sürüştürülmüş çamur gibi akrilik boya sularını akıtarak bize sırıtıyor; üstüne ters “..Not Falling off the Wall” aptalca çizilmiş ters figürler. Tekrar ediyorum resim hiç bir çağda bu kadar değersiz olmamıştı; “NUL”, ne yazık dilimizde bunu tanımlayacak bir sözcük yok! Bu resim, Baselitz’in etkisi yeni kuşaklarda çok etkin; eğer diyebilirsek ülkemizde de bunu taklit eden çok:


“..hiç bir amaç gütmeden acele çiziştirilmiş ve içi boyanmış, suları akmış ve üstüne ingilizce ya da Almanca bir gönderme örneğin: “..who are you..” ya da “ ..ich bin maler” . Bunu yapmak için katiyen ; resim öğrenmek; desen, pentür tekniği üstüne kafa yormak, sanat okullarını aşındırmak yok, belki “şamata yapmak” da biraz usta olmak gerekiyor, üstüne bir zaman konulmadığında da boş vakit, bu polemik için yeterlii oluyor. 2015 de 56. Venedik Biennalinde, Arsenal’de; Baselitz 8 devesa tuval: “All The World’s Futures”, sanatçının ters boyanmış otoportresi, 5 metrelik tuvallerde. Biennal’in sonuna bilerek gönderilmiş bir mesaj niteliğinde. Kimse tuvalleri resim olarak yargılamadan bu yapılan “hinoğluhin” performansın duygu kuyusuna düşüyor ve de düşüncelerine saygı duyduğum bazı sanatçılar dahil. Artık resim adına sanat yapılmıyor; yapılan bir asırlık şamata; “modern”, “contemporain”, “aktüel” sapmalar yaratılarak bir kulp bulundu; her şey bir sanat eseri olabilir; yeter ki tezgahlansın! Baselitz son geldiği yeri şöyle tanımlıyor: “ ..ben ve kendim! artık çalışmalarımda “tematik” alanım çok daraldı, genellikle bu son yıllarda, giderek kendi resmime sığındım! Tüm yaptıklarım; deneyimler sonucu tekrar resmimin derinliklerine daldım, eski fotoğraflarla yaşıyorum. Ben ve kendim arasında gidip gelerek resim yapıyorum, bazen de Otto Dix gibi, bayıldığım ressam!”
Konuştuğumuzda kendi içimizi döküyoruz, ne güzel, Baselitz buraya nasıl geldi, o nu da bilmiyoruz! Kendi kabahati değil adına yapılan “şamata”, kanımca yaptığı bu çamur gibi “holocaust” figürlerini kendisi de sevmiyor eğer gerçekten Otto Dix’i seviyorsa! Bu resimler büyük fiatlarda kapışılıyor, her müze bir Baselitz koymak istiyor, kolleksiyonerler daha küçük boyutları. Ropac bu galerilerinde Kiefer’in devasa; çamur, ot, zift, çimento, taş  ağır pentürlerini modern müzelere pazarlıyorsa, demek sonuç olarak geldiğimiz yer bu. Londra’daki galerisinin açılışındaki “monden” kişilerin, milyarderlerin beğenisi bütün bunlar. Çağımızın sanat tarihi şimdiden yazıldı, artık onu saptıramayız!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BİR MÜZEDE OLMAK YA DA OLMAMAK - LEVENT ÇALIKOĞLU

UTKU VARLIK - SANAT AYRICALIKTIR / HELİN KAYA

GÜLÜNÇ BİR ADAMIN DÜŞÜ - BEDRİ BAYKAM