HİÇBİR ZAMANA SIĞMAMAK YA DA BÜTÜN ZAMANLARDA BULUNMAK! UTKU VARLIK / ENGİN TURGUT 2000 İstanbul

 



HİÇBİR ZAMANA SIĞMAMAK YA DA BÜTÜN ZAMANLARDA BULUNMAK!

Ben zamanı gördüm,

İçimde ve dışımda sessiz çalışıyordu,

Bir mezar böyle kazılırdı ancak,

Yıldırımsız ve baltasız,

Bir orman böyle devrilirdi!

Ben zamanı gördüm,

Kaç bakışta bozdu hayâli,

Ve kaç düşüncede!

Ben zamanı gördüm,

Şimşek gibi bir ânın uçurumunda...

A. H. Tanpınar

Utku Varlık , Borges’in düşsel komşusu, yakın arkadaşı olur, ikisi de ‘öteki’ olabilmeyi iyi biliyor, ikisi de kısa devre yapabilir düşlerimizin solgun bahçesinde, çünkü ikisi de akıllara durgunluk veren işler ürettiler ve Utku Varlık hâlâ giz kazıcısı, giz yontucusu yolculuğuna devam ediyor. Borges kesinkes bir heykel duruşudur, bütün zamanlara bastonuyla ilerlemiştir, hem içinde hem dışındadır zamanın, Borges’in sandalyesi evreni simgelemektedir, dikkat edelim, sandalyenin ayakları pars, elleri makas, sırtı aşkın gövdesinden yapılmıştır, yani rüya ne zamanın ne hayatın dışına sızmıştır. Evet, bu yorgun dünyada her şey ürkütücü bir yalnızlıkla tanımlanmıştır, kısacası Borges susmayan düşlerimizin kardeşiyse, Utku Varlık ışığın yüzünü güldüren bir cosmos sonatıdır!

Utku Varlık fazla gören bir ressam, gözlerine dikkat edin, fazla bakmaktan, fazla görmekten gözlerini ışık bürümüş, sanki gözlerini hayat yemiş, sanki Borges tutmuş gözlerini Utku’ya vermiş, Utku Varlık ışığın canını hiç acıtmıyor, resimlerini dikkatle okuduğunuzda bir detay koması sizi alıp bütün zamanlara savurabiliyor, düşlerimizin simyacı ressamı, ruhumuza rüya püskürtmekten yorulmuyor, hep yeni bir dokuya, yeni bir adaya, yeni bir maceraya doğru yol alabilmek, plastik bir zarafetle buluşmak için önce kendisinin çırağı oldu, sonra ustası! Kendisi olabilmesi için insanın, bir kere ölmesi lazım, Utku Varlık yaptığı resimlerle ölümü de öldürmüştür!

Utku Varlık bilgiyi damıtarak ve onu aşarak çiziyor, üretiyor. Hem önce, hem şimdi, hem sonra birisi. Işık denilen o ilahi düzeltici, ışık denilen o ateş, ışık denilen bu devingen gezegen uçmasın diye, ışığın ruhunu ele geçirmek istemiş ve bunu başarmıştır da! Işık bir görüntüden, bir sesten öte, bir dildir Utku Varlık için. Edip Cansever’in güzel dostu, gözümüzün nuru, düşlerimizin, güzel bakan, eflatun kadınların, içimizi ısıtan, içimizde solgun bir acı bırakan şiirlerimizin, İstanbul mavisinin ve sümbül kokulu, yarası açık şarkıların, avangart hayatların vefalı dostudur! Gerçeğin kafası sürekli karışsa da tek başına modern bir peyzajdır Utku Varlık!

Utku Varlık resimleri kendisini hemen ele vermiyor, anlamlı bir başkalaşım, büyülü bir dinamizm, naif bir bilinç, bireysel bir çaba ve inanılmaz bir metafor gücü gerektiriyor. Utku Varlık resimleri sanki biraz bağ bozumu, sanki biraz düş bozguncusu, sanki biraz alacakaranlık, sanki hep aralık duran bir pencereden içeriye doğru değil de, dışarı doğru sızan bir algılar esintisidir! Her dem taze bir duyarlılıkla, müthiş estetik bir tavırla, kendine ait bir dille, trajik olan ne varsa resmediyor, soru soran bir göz biçiminde yaşıyor, gözümüzden düşen, gözümüzü alan, göz göze geldiğimiz ne varsa, gözümüz bir pencere olsa da hiç kapanmasa, gözümüz hiç susmasa da göremediklerimizi gösterebilsem der gibi resmediyor...

Utku Varlık tüm nesnelerin aklı, kalbi ve ruhu olduğuna inandığı ve bu konuda oldukça haklı olduğu için, düş tanrıçaları onu yalnız bırakmıyor, ondaki her sanrı bir tanrı gibi, her sanrı bir dans gibi, her görüntü bir ölüm, her ölüm yeni bir hayat gibi taş kesiyor tuvallerinde. Aslında ölümün bile bir ışığı vardır, ateşböceği ölürken ne kadar ışık saçıyor görmüyor musunuz? Ayrılığın, karanlığın, sıkıntının, acının da bir ışığı var! Şu sonsuz semada yanan ne varsa bir bakın, her şey hareket ettikçe, her şey bir görüntüye, bir lekeye dönüştükçe nasıl da yenilir oluyor bilgi ışığa karşı! Varoluşun yanında bilginin ne önemi var, aslında unuttuğumuz kadar varız! Bir de kim olduğumuzu hatırlayabilsek? Sahi ışıktan başka neyiz ki biz? Sahi Nebula’dan ne bulacaktık ki kendimizden başka? 

Işığın ölüsünü göreyim ki, Utku Varlık denilen ressam, sonsuz olana doğru kanat çırpan gümüşten bir kuş değil de nedir? “Hiçbir yerin başka sonu” var mıdır? Sanki cosmos kuşu, hem düşte hem tek başına hem her yerde! Her şeye bir kuşun gözleriyle de bakmadığını kim söyleyebilir? Sonsuz olanı şaşırtarak, aynanın içinden geçelim, kristal bir kâinat her gün ruhumuzu fena sarsıyor!

Utku Varlık resimleri bir imaj bahçesi olup, o bahçenin içinde gökyüzünden damlayan yıldız yüzlü kadınları görmeniz mümkün, bu meleklere benzeyen kadınlar kanat çarpmıyorlar belki fakat her birinin tılsımlı bir imge prensesi olduğunu görebiliyoruz, yönsüz kadınlar, dolunay kızları aşk testisinden renkli zamanlar şarabı içiyorlar ve saflığın fularını bağlamışlar boyunlarına. Zümrütten yapılma bir tekne, çılgın bir güz yeşili, kışkırtıcı bir labirent, antik bir şehir ve hep yürüyen, salınımlı bir gecenin aşk olma hâli, kısacası eski ve çağdaş, yalnız, esrik olan, ruhumuzu şaşırtan ve çıldırtan ne kadar figür varsa, bitimsiz bir ışığın karşısında soyunuyorlar ve incelikli bir ritüel duygusuyla Utku Varlık resimlerine konuk oluyorlar...

Utku Varlık resimlerinde ışığın o muntazam ıslığını duyabilirsiniz; ürkütücü bir çöl ziyafetinden geçerken güneş gagasını uzatıyor, ateş parçası bir yıldız demeti boynunuzu ısırıyor, kuşların gölgesinde serinliyor, bin yıllık bir mağaranın sırtını okşayıp geleceğinizi arıyorsunuz. Evren belki de düşlerimizden yapılma bir atölye ve biz bu düş ormanında mahsur mu kaldık yoksa? Hangi zamandan arta kaldı ruhumuzu yıpratan şu hiçlik duygusu?

Kara düş yağmurları sonrası hepimiz akvaryumlarımıza geri dönsek, yazgımızın mucize suyundan içsek, uçsuz bucaksız yokluğumuz, gülümseyen kutsal uykularımız, kayıp sözlerimiz, belirsiz, simli bir görüntüye tutsak edilişimiz, delik deşik, hiç nedensiz hıçkıran biçimlerimiz, arzularımız var bizim! Utku Varlık resimlerine dikkatle baktığınızda vahşi ve zamansız esrik hayatlara yolculuklar yapıyor, sırların en koyu kuytusunda sonsuz bir derinlik sarhoşluğu yaşıyor, hiçliğin gizli aynasından usulca geçmişimize yürüyor, hepimize, kendimize gitmeyi hatırlatan, rüzgârın sütünü bırakan o görkemli ışığın içinden geçiyoruz. Utku Varlık magmadan, gelecek zamanlardan süzülen ışığın gecesiyle yıkanmamızı mı istiyor bunu bilemiyoruz fakat hepimize sonsuzluk duygusu veren, aklımızı, ruhumuzu ve sonsuzu şaşırtan, bizi başka boyutlardaki aynalara götüren, düş dansları resimleriyle bizleri uçurduğu ve göğe taşıdığı doğrudur!



Yazgının püskürttüğü tanrısal renkler, rüyanın vadisinden zihnimize doğru akan ışığın belleği, sonsuz ve saf olanın kalbinden ısırarak, bütün zamanlardan geçerek yeryüzünü dolaşır ve Utku Varlık’ın tuvallerinde sade bir törenle yer alırlar. Eski bir uygarlığın kıymıkları ve küf kokan gölgesi mi yansıyor tuvallerine? Ya da gelecek çağların şiir saçan sırları mı? Ne fark eder ki, ressam Utku Varlık hangi renge dokunsa orası düş deryası oluyor!

Hepsini gördüm ayrı ayrı

Kuşların zamanı tunç rengidir.

Tanrılardır taşın zamanı,

Denizlerin zamanı ölür dirilir.

Göğü tanıyamadım, yok ki,

Sahipsiz zamanlarla doldurmuşlar.

Ama ondan iner o eski

Ölümsüz sevdaların zamanı kar.

Ve havlamayan dev köpekleriyle

İnsanın zamanı... Olmayan

Ama hayalet bir gül kokan,

Toprağımız eşelendikçe...

M. C. Anday

Engin Turgut


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BİR MÜZEDE OLMAK YA DA OLMAMAK - LEVENT ÇALIKOĞLU

ŞARLATANLIKLAR - 1 /. SPERMAN