ENSELM KIEFER / SANATTA "ÇILGIN MEGOLOMANİ"

 Görüş açımızı ve aklımızın boyutlarını zorlayarak, paranın gücüyle bize “empoze” edilen “sanat” her durumda saptırılıyor ve artık şaşırmıyoruz! Büyük bir “show”dayız ve her şey çığrından çıkmış durumda, mantık artık işlemiyor; yaşama boyutları daraldık ca, endivüel histeri boyutları başını almış gidiyor ama amacın ne olduğundan kimsenin haberi yok! Geçenlerde yine bu konuya değinmiştim:




“…Tüm bu sorunlar giderek "accumulation", - birikme ve yığma - gerçeğiyle karşılaştığında, ileriye dönük, bizi bekleyen "kaos" dan kimsenin haberi yok. Paranın açılımıyla sürekli alınıp, bir gün değerini ölçebileceğimizi sanarak depolara yığdığımız "sanat eserleri, kendi kendilerini yok etmeden kanımca çöp olarak kaderlerini bulacaklardır. Örneğin: Louvre müzesini Fransa'nın kuzeyinde Lans kentinde de açtılar ama gereken sükseyi bulmadı. Belki Arapların para boyutlarına ulaşamadığı için. Konu müzenin açılımı değil; Paris Louvre müzesi, asırlardır depolarında biriken 230 bin tuval, objet, heykel, tüm aklınıza gelebilecek sanat eserini yine Lans kentinde özel olarak kurulan yeraltı "bunker" lerine taşıyor. Seine nehrinin daha önce taşma tehlikeleri bu eserlerin çoğunu rutubet nedeniyle yıpratmış. Görünenin yani çağdaş adına bugün yapılanların, kullanılan malzemenin, devasa boyutların geleceğini hayal etmek zordur. Paranın ve uluslarüstü sanat lobilerinin açımaz yıprattığı, kanayan hayal gücümüzü kendimize saklayalım.”



Fransa’da yaşadığı ve çalıştığı için Fransızların “göz bebeği” olan Alman sanatçı Anselm Kiefer’in son sergisi Grand Palais Ephémére’de açıldı, başını kaşısa bile günün medyatik okyanusunda tsunami yaratan bu “karizmatik” kişilik, bu kez Cumhurbaşkanı Emanuel Macro’nun dostluk ve onun sanatına saygı ve paylaşma bildirisiyle daha da bir başka anlam kazandı. Çünkü Kiefer bu sergisini Şair Paul Celan’a adamış; onun “Todes Fuge” - Ölüm Kaçağı - şiirine. Roman’yalı bir yahudi olan Celan: ikinci dünya harbinde önce anne ve babası toplama kapılarında öldürüldükten sonra kendisi de sonuçta yakalanarak götürülüyor, harbin sonunda şans eseri Ruslar tarafından kurtulduğunda Fransız vatandaşlığına geçiyor, şair, filozof, önemli bir entellektüel olan Celan, yaşadığı tüm yaşantısında“bir idea-fixe gibi taşıdığı karabasan”nın sonucu1970 yılında kendini Saine nehrine atarak öldürüyor.



Garip bir yaşantısı var Anselm Kiefer’in önce hukuk okuduktan mistik bir yolda önce manastırda bir süre yaşıyor sonra Düsseldorf Akademisinde Joseph Beuy’le karşılaşıyor, onun tavsiyeleri sonucu başladığı resim serüveni, önce Amerika, sonra Almanya ve Fransa’da ün’e kavuşturuyor, 1950 yıllarında Corbusier’in “beton” üstüne öğretisi ayrıca ona resminde her türlü malzemeyi kullanmasını sağlıyor. Bir kaç yıl önce yine Grand Palais’de sergilediği devasa tonlarca beton yıkıntıları ona bir gönderisi olsa gerek. Ben 80 yıllarında Stuttgart’ta gördüğüm bir sergisinde 6x6 metrelik bir tuvale zift sürülmüş ve de üstünde yüzlerce kaz tüyü dikilmiş; uzun bir süre bakmıştım ve bunun sanat olabilceğini, amacını ve de zamana nasıl dayanabileceğini düşünerek!




Kiefer bana göre başka bir ikilem yaşıyor: önce resime başka kapılardan giren herkes gibi resmingenel kurallarına boş vermiş; pentür tekniği ve desen - çevrenize iyi bakın, ülkemizden örnekvereyim Yüksel Arslan, Ömer Uluç, Erol vs. - bir tek figür’e benzeyen desen çizmek amacıyla; yalnız onlar dedik genelde öyle ne yapalım!  Kiefer tuvallerinde aklınıza gelebilecek her türlü malzemeyi kullanıyor: kum, toprak, kurşun varak, - bunlara kitap diyor - is, salya, kil, alçı, tebeşir,:  saç, tüy, kül, yıkıntı, beton, kalıntı. Toprak boya, tutkal, akrilik vs. Tüm bu malzemenin ona anımsattığı gri fon, içerikte ona şunu söyletiyor: .. benim hayat öyküm Almanya’nın hayat öyküsüdür, halkının ve onun öyküsünün tarihi!” İçinde olduğu labirent Almanya’nın yaşadığı iki dünya harbi, özellikle ikincisinin kendi halkına verdiği baş dönmesi: suç ve ceza! Bir çok Alman entellektüelinin varoluşlarındaki bilinç, Shoah bir yazgı onlar için, Kiefer’i de götüren bu mistik yol “KABBAL” den geçiyor. Başka bir ressam, belki başka nedenlerle - şarlatan - Gérard Garouste giderek dinini bile değiştirdi; demek istediğim her zaman aktüel bir konu.




Paris yakınlarındaki “La Sameritaine Mağazası"nın 35.000 m2. lik deposunu atölye olarak satın alan sanatçı, düşlediği malzemeyle devasa boyutlarda tuval yerleştirme, her türlü concepti hiç bir endişe duymadan kirletiyor, yine bir “monumenta’da gördüğüm 11metrelik bir tuval önünde de şunu düşünmüştüm: tamam bunu burada sergiliyor, onu dünya müzelerine ve koleksiyonlara satan bu büyük galeriler örneğin. Gogosian, Ropac vs. de hemen acele bunları pazarlıyor; peki bu devasa tuvallerin ömrü ne, bu malzeme nerede, hanki şartlarda, hanki mekanlarda sergilenir ve saklanır? Bunları kapışanlar hanki yüzyılları düşlüyor; farkında değiller mi. pentür tekniğinin büyük ustalarının bir metreyi geçmeyen tuvallerini panolarını nasıl güçlüklerle, en modern müzerinin klima kontrolleriyle saklamak endişesini; işte meçhul!




Enselm Kiefer’le tek anlaştığım konu “ .. BİR ŞAİRİ YANITLAMAK, DEFTERE BİR HESAP AÇTIRMAK GİBİDİR” diyor, haklı!













 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BİR MÜZEDE OLMAK YA DA OLMAMAK - LEVENT ÇALIKOĞLU

GÜLÜNÇ BİR ADAMIN DÜŞÜ - BEDRİ BAYKAM

UTKU VARLIK - SANAT AYRICALIKTIR / HELİN KAYA