DÜNYA GAZETESİ-HAFTA / MERVE YEDEKÇİ'YLE KONUŞMA

 


1 - Uzun yıllardır Paris'te yaşıyorsunuz. -Türkiye'yi özlüyor musunuz?

Simon Signoret’in anı kitabının adıdır: “Nostalji eskisi gibi değil” ve de gerçek! Artı kolay ulatışım ve iletişim hayali ters-yüz etti, ufuk çizgisini geçtik: hiç bir şey’e şaşırmıyoruz! İki yıl olmuş, virüs nedeniyle Bozlu Sanat Galerisinde açılan sergimin bir hafta sonra atar -topar kapanıp son uçakla Paris’e dönüşümüz; sonuç malûm! Sonrası da Oktay Akbal’ın bir kitabının adına benzedi: “ Sonra Ekmekller Bozuldu”!

2 - Sanatın Türkiye'nin toplumsal ve ekonomik değişimindeki rolünü nasıl buluyorsunuz?

Bu soruyu “kuantum fiziğiyle” bile çözemeyiz,; sanat, toplum ve ekonomi, aralarında nasıl bir “alternatif” yarattıklarını özellikle ülkemizde bir meçhul! “Contemporary” etiketiyle başka bir kapıdan girerken, galeri ve sergi varoluşunu yitiren sanat, daha çok pentür, özenme adına bir takım “snop” fuarlarla parası olan bir çevrenin ilgisini çekiyor. 70 yıllarında resmin bir “meta” oluşu - daha önce bir resim bile satılmazken - , yüzlerce galeri, o kadar koleksiyoner, satış evleri giderek müzeler; işte bu ani köpürme herkesi “bende sanat yapabilirim, resimle yaşayabilirim” güvencesine yolladı ve sonra ekonomik çöküş! Şü güne kadar sanat ne toplumda ne de ekonomide etkin bir rol oynamadı, hiç düşündünüz mü: popüler bir ressam, Bodrum’daki villasının havuzunda yüzerken , bir şair kahvede çay içerek eğlensin, tanınan, okunan bir yazarın kitabı onu iki ay yaşatamasın vs. Giderek belki NewYork’a özenerek Dolapdere ve Kasımpaşa’da boy gösteren Arter ve snop galeriler yerleşdikleri bu popüler mahalelerde John Cage müziği, İntallation, performance vs. dinleterek, göstererek orada yaşayanlara nasıl etkin olabiliyorlar? Ya da başka bir soru: ..hiç çıkıp bir dolaştınız mı o mahalelerde?

3 - Türkiyedeki sanat çalışmalarını yeterli ve özgün buluyor musunuz?

Bizden bir süre sonra Devlet Güzel Sanatlar Akademisinin Mimar Sinan Üniversitesine dönüşmesindeki kurgu başarılı olamadı çünkü sanat öğreniminin sanatla özdeş olabilmesi, kendi yarattığı “biospher”iyle, onun ortamıyla eş değerdedir. Sanat öğretilmez, öğrenilir; duyu içerikleri kişinin kendi ortamında yeşerir; başka bir alış-veriştir “allegorie”, bu diyalektik kurulduğunda: müzeler, galeriler, kitapevleri ve de meraka dair ne varsa. Bunlar sanata dair bu öğrenimin ögeleridir. Bugün sanat öğreten okulların artık bir işlevii kalmadı, çünkü büyük sapmalar yaşıyoruz, sanatı “empoze” edenler katiyen eski resmin gizemiyle ilgilenmiyorlar, buna özgü yaşanan tüm paradokslara da - dışa vuran her şey - sanat oluyor, insanlığın hiç bir döneminde sanata bu kadar özenilmedi ama bu sonuça yeterli ve özgün diyemeyiz!

4 - Avrupa’nın sanat ortamı sizin sanat yaşamınıza nasıl yansıdı?

1970 yılları kanımca resim adına Paris’in en güzel yıllarıdır. Harp öncesi ve sonrası, 60 yıllarına kadar resimde bir referans olan ama varoluşlarıyla sanatı bulandıran büyük isimler sahneden çıkmışlardı “aktüel” olarak ama Paris çekim alanını yitirmemişti. İletişim nedeniyle ismini hiç duymadığımız ülkelerden örneğin Güney Amerika ülkelerinden, Dünyanın her tarafında gelen sanatçılar, sergiler çok şaşırıcıydı ve hepsini izliyorduk. Bilmiyorum neden: hemen bir kabuk değiştirmek, gelen mesajı ve şifreyi çözmek, onun boyutuna girmek çok güç! Açıkça kafana çakılmış bir olguyu ters-yüz etmek gibi bir şey; önce kimse bildiğinden taviz vermek istemedi çünkü biz de kendimizi ressam sanıyorduk! Ülkemizin bir takım politik sorunları vardı, bursluyduk; tüm bu ağırlıkları atıp öteki boyutun farkına vardığımızda da burs süremiz bitmişti, ötekiler döndü; ben dönmedim.

5 - 1975’ten sonra dışavurumcu anlatımdan uzaklaşıp düşsel anlatım biçimine yöneldiniz. Bunun arkasındaki sebep neydi?

Daha Paris’e gelmeden İstanbul’da başlayan öğrenci eylemleri, politik huzursuzluk, daha sonra Avrupa’da Türk öğrenciler arasında da karşıtlıklar oluşturmaya başlamıştı, biliyorduk, ülkemizi rahat bırakmayacaklar! İşte o dönemlerde beni çok etkileyen bu eylemlerdeki kan- revan, resmime bir içerik olarak girmişti ve bu eylem’e görsel olarak bir özgün baskı - afiş, grafik - sanatçısı olarak katılmak isteği ve de ülkem adına politik tavrımı dışa vurmak amaçlıydı. Açıkcası bugün bile “sanatın anlamı” tam olarak anlaşılmış değil, “sanatın politik bir işlevi olabilir mi?” o da meçhul ya da Goya bugün yaşasaydı “Caprices” lerini , düşündeki karabasan’ı çizebilir miydi? Sonunda

 bunalmıştım, benim bir “irreel” bir dünyam var, niçin kendimi çıkmaz bir anlatıma saptırmışım! İşte özlediğim başka bir boyuta girip, “resim bir yaz denizi gibi olmalıdır” dedim!


6 - Eserlerinizde doğadan ilham alıyorsunuz diyebilir miyiz?

Aile fotoğraf albümlerine nasıl saptandığımı bir yerde anlatmıştım, eski Arjantik sepia fotoğraflarda beni etkileyen: kadınların güzelliği ve her zaman arkada çok net bir peyzaj; sanki fotoğrafın içine girip o manzarada yürümek arzusu! Giderek kadın ve peyzaj benim resmimde önemli bir olguya dönüştü. Peyzajlar simgesel mekanlar oluşturuyor, denge ve devinim bunlarla oluşuyor, kadınlar ise hüzünlü ve esrik; düşte olduğu gibi: “...bir yerdeydim ya da biriyle beraberdim” ikilemile bir içerik bağı kuruluyor. Buna “görsel sentez” diyorum..

7 - Eserlerinizde sizi en çok besleyen duygu nedir?

Bilinçaltı’nın bir görselliğe saptanması; ve “les abysses” derinliklerde dolaşması işte burada bellek işlevini yapıyor; yaşanmışlıklar sahneye giriyor ve de bir şiir yazmak misali metafizik bir kurgu yaratmak isteği oluşuyor!

8 - Utku Varlık’ın tuvaline yansıyanlardan bahsetmek istesek, ne söylesek doğru tanım olur ?

“Prizmatik” bir yansımayla karşılanacaksınız, yer yer gerçekle kurgu iç içe geçiyor,; bir yüz, bir figür; giderek sezileri anımsatan her şey, başka hayatlar da olabilir! Çok ilginç günlük “rutine”de cosmıos’da yaşadığımızı hep unutuyoruz; görelilik kuramı ama ben her gece pencereden çıkıp gidiyorum, bazen belki antik kentlerdeyim, amfi tiyatrolarda antik kadınlarla; daha yakınlara dönüp Arnavutköy’de bir yalıdayım; onlar biliyorlar resimlerimde yaşadıklarını!

9 - İstanbul’daki son serginiz “Sanrı” 2020’de sanatseverlerle buluşmuştu... Sergileriniz İstanbul’da yer almaya devam edecek mi?

Sanrı sergisi Bozlu Art Project’de 3 mart 2020 de açıldı ve bir hafta sonra virüs nedeniyle kapanmıştı, demek tam iki yıl oluyor! Şimdi herkesin yaşamında virüs yılları var; Marquez’in: “Kolera Günlerinde Aşk” romanı geldi birden aklıma, yaşadığımız bu kaos’a alıştık mı yoksa? Bu kaos sağlığın dışında bir sürü etkinliği de silip süpürdü; projeler yok oldu! Kanımca böyle büyük bir sapma gerekliydi belki bilinmez! Öte yandan bu iki yıl , uzun bir süredir düzenleyemediğin atölyeyi, biriken arşivini ve kitaplarını düzenledi ve de kafanı temizledi. Şu anda bir sergi projem yok, ikinci kitabım “Aziz’e Dair” yazılımı sürüyor. Dikkatinizi çekerim: Bozlu’da küratörlüğünü Özlem İnay Erten’nin yaptığı “Dr Şükrü Bozluolçay” kolleksiyonu sergisi var, yüzlerce resmi kapsayan büyük bir kolleksiyon.

10 - Paris’te bir sergi açmayı düşünüyor musunuz

Paris, pentür adına bugün sergi yapılmayacak kentlerden biri, “contemporary” adına bir takım Fransız milyarderlerinin ve bu lobinin devasa yatırımı, dıştaki “galeriler ve onların etkinliklerini” yerle bir etti, bir yirmi yıl oluyor gerçekten çok sığlaştı ve fazla uzağa gitmeyin İstanbul’a bakın: bugün en etkin: Arter ve çevresindeki Contemporary Galeriler ya da Fuarlar!

11 - “Zero Hipotez" kitabınızın iham kaynağı nedir hikâyesini biraz sizden dinleyebilir miyiz?

- Paris Bienali’ne resimleriniz gönderilmiş ama siz davet edilmemişsinizDoğrumu Bundan biraz

bahsedebilir misiniz?-

“Zero Hipotez” kitabı: Internet’de yazdığım Blog yazılarının gördüğü ilgi sonucu, dostlarımın - “bunları niçin bir kitaba çevirmediğimi” sormalarıyla bende başka bir soru oluşturdu: niçin olmasın! Sözünü ettiğiniz 1965 Paris Biennali öyküsüyle başlayıp dört ay süren otostop’la yaptığım -beş parasız- Avrupa serüveni gerçekten anlatılmaya değerdi. Akademi’de son yılımda “Özgü Baskılarımı“4. Paris Biennali’ne seçtiler ama bu çok önemli etkinliğe beni kişisel davet etmediler; gençlik bu ya ben de kendim giderim dedim; belki bir şans: önce 60 yıllarında yaşamak ve harp sonrası bu fantastik Avrupa’yı adım adım dolaşmak!


 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BİR MÜZEDE OLMAK YA DA OLMAMAK - LEVENT ÇALIKOĞLU

UTKU VARLIK - SANAT AYRICALIKTIR / HELİN KAYA

GÜLÜNÇ BİR ADAMIN DÜŞÜ - BEDRİ BAYKAM