RAQUIEM POUR UN C.
Acaba sanatçı olmak bir ayrıcalık mı? Tamam ölüm bir kurtuluş, senin adın yazılı bir kapıdan çıkış ve gidiş ve dönüş yok ama geride bir yaşanmışlık kalıyor ve ben buna “yaşanmışlığın arka odaları” diyorum, gerçeğin sandıklarda naftalin kokan başka bir gerçeği, her dönemde değiştirilen kurumuş kabuklar, kirli çamaşırlar ve de içinden sararmış fotoğraflar taşmış bir albüm, babasının gönderdiği mektuplar, iple bağlı….
Yazar bir kızcağız, “ölümden” korktuğunu ve onu yazarak korkunu biraz da olsa; şu öldü, bu öldü diye kendini teselli ettiğin bir listeyi seni “şair” ve bu karalamayı da “şiir” olarak yayınlamış; unutmayalım bu hanım Mehmet Nazım’ın bilmiyorum hangi histeriyle onun içeriğine girip, Mehmet’in gizemine “kibrit suyu” dökmüştü ve ben de ona naifçe inanarak - gerçekte ona değil, bana ona yaşanmışlık adına yardım etmemi rica eden Gündüz Vassaf’a inanarak! Sonuçta kitap çıktıktan sonra, yardımlarım adına kitabı gönderme zahmetinde de bulunmadı! Geçelim.
Bir başka kişi: Çağdaş Sanat düşünürü de senin çok kültürlü bir sanatçı olduğunu, nedeni de evinde çok kitap olduğunu yazmıştı ve babamın arkadaşıydı diyor, 70 yıllarına kadar namı “Balıkçı Nuri” olan babası, Fethi Naci, Edip Cansever ve tüm çevremizin müdavimi olduğu Refik, Nazmi’nin masallarında seni bir kez görmedik. Her neyse, şimdi kültüre geri dönelim: düşünemiyorum senin 15 dakika oturup bir kitap okuyabileceğini - sıkılmadan - ama ordan burdan duyduklarını satmakta harikaydın, işte bir anı: 60 yılları Akademi’deydik, sen ve bir kaç kişi serseri Şeneri’in peşinde dolaşıyordun ve bu nedenle sana bir takma isim yapıştırmıştık: Bill Haley ve Kometleri - 50 yılları ilk rock şarkıcısı - sonuçta bu isim sana yapıştı , ressam ismin oldu bu Gürkan Coşkun, niçin bu gerçek ismini kullanmadın, çünkü o sahte bohemine yakışmayacağı için! Anıya devam: işte o yıllarda bir gün kantinde bize “ben Varoluşcuyum - Existentialiste - demiştin; herkes kulak kabartmıştı, ben - “..nasıl oldu bu? Diye sorduğumda, yanıtın: J.P. Sartre’ı okuduğunu söyledin, o zaman bir tek kitap vardı, o da Oktay Akbal’ın Jean Paul Sartre’dan çevirdiği, M.E.B. çıkan “Gizli Oturum”, 9 sayfalık bu kitabın ön sözünde Akbal, “Varoluşculuk Nedir”; kısaca anlatıyordu, adımız gibi biliyorduk o 9 sayfayı okumadığını, sorular yağmaya başladı ve de ön sözü de okumadığın ortaya çıktı!
İlgi alanımdan çıkalı 25 yılı geçkin, eş dost bana telefon edip, seni her yerde eleştiriyor, daha çok resim alan çevrelerde, sen burada yaşamıyorsun, iyi değil onun yaptığı! Bir gün telefon ettim, bir ay sonra bir fuar var, geliyorum seni orada döveceğim! Bu bana 1979 da Melih Cevdet Anday’ın bir tavsiyesiydi; eğer derdini sözle anlatamıyorsan, döveceksin demişti ve de bir gece Oktay Rıfat’la canlarını sıkan Bedri Rahmi’nin atölyesine gidip onu nasıl dövdüklerini, kolunu ve seramiklerini kırdıklarını anlatmıştı! Çok gülmüştüm hocanın başına gelenlere. Telefonumdan On dakika sonra her yerden telefonlar: utku yapma, isteyerek yapmamış, yemin etti, sen anlayışlı adamsın, sanatçılar arasında böyle şeyler olur! İçlerinde çok iyi dostlarım da vardı, sesimi çıkartmadım!
Paris’de yaşadıklarımızı burada anlatmayacağım, sarsılmasın varoluşu, bursu bitince Türkiye’ye dönüş yapar gibi gösterip, buna benzer oyunlar oynaması yalnız devletin “alacağına şahin, vereceğine karga” olduğunu bilmeden , burs aldığında ona kefil olan ve de kardeşleriyle Çorum’dan Ankara’ya göçen ilkokul öğretmeni olan babasının bana yazdığı çok hüzünlü iki mektuptur. Aradım o zaman bulamadım, haber göndermiştim yanıt alamadım ve de üzülmesin diye babasına da yanıt vermedim!
Akademi bir başka bizans’dı, bilinmez; herkes ötekine karşı “kin”e özgü bir duygu beslerdi belki kaynağı kıskançlık da olsa kanımca sanat ortamının bilinmez bir hastalığıdır bu. Öncelikle hocalar arkadan birbirlerini gagalarken, en çok bir tek resime bile satılmayan o yıllarda, mozaik, seramik yaparak para kazanan Bedri Rahmi bunun çekim alanındaydı. Daha sonraki yıllarda bu miras tüm çevremize de bulaşmıştı, hala bugün yarım asırdır tanıdığımız tüm ressamlar, biri sergi açtığında onun açılışına gelmezler; onu “ignore etmek” farkında değilmiş gibi davranmak.
Biz seni kırk yıldır tanıyorduk - ölümünden sonra bu kırk yıldır tanıyanlardan hiç bir ses çıkmadı Yahşi Baraz hariç ama son yolculuğunda yoluna ışık serpenler, kanımca seni gerektiği gibi tanımayanlar - tam bunları yazarken Turan Akbaş, bana Mehmet Güleryüz’ün YouTube’daki sözlü mesajını göndermiş; sanki uzaydan gelen fon sesleriyle onun bitmez tükenmez dramatik discours’u, inişli çıkışlı birbirine bağlantısız cümlelerin giderek kuşlar ve kafesler üzerine bilgi öğretisine dönüştüğünde sanki İonesco’nu absürt bir tiyatro oyunundan alıntı, geçelim. Geçen yıllarda Mehmet, anılarını bir bayana yazdırıp, hepimizin üstüne kusmuştu; peki şimdi böyle bir “hommage”ın gereği var mı!
Çocukluğumda “ölü öldü” derdik, çok doğruymuş; son yıllarda kanser olduğun haberi çalkalandı, ben inanmamıştım, belki bir kuruntuydu, tesadüf İstanbulda olduğum bir gün Galata’da karşıma çıktın, biraz uzakta ne olur olmaz, bana sanki dilsizlerin elleriyle konuşmasına özgün işaretler yapıyordun; özür dileme- affet beni gibi! Yok herşey bitmişti, bir şey kırılmıştı, görmezlikten geldim, sonra eşim Genevieve beni “kalpsizlikle” suçladı, 25 yıl hızlı geçti, kabul etmedim niçin: Paris’e ilk geldiğin yıllarda sana elini uzatan bir arkadaşına resim satmak için yaptıklarına Nazım’ın deyimiyle “…akrep gibisin kardeşim” demiştim; haklıymışım! Eskiden görmezdik, unuturduk şimdi öyle değil; evli olduğun kız Cihangir’de intihar ettiğinde, sokakta kaldırımın üstünde ağllarken bir fotoğrafını gördüm; tüm belalar “ALL THAT FALLS” ve de sonrası!
Bugün 29 eylül perşembe,1965 de bir sene uzaklaştırıldığın Akademi’de devasa bir bayrağın altında, üstünde ölüme dair bir dua yazan örtünün altındaki tabutta uzaya bir yolculuk törenini, Kazantzakis deyimiyle bir karanlıktan öbür karanlığa giderken aradaki şu küçük ışık alanını da böyle bulandırdık, yazık!
Kalemine yuregine saglik cok etkilendim bildigini sandığın bilmediklerim
YanıtlaSilBu cümleler ne kadar hazımsızlık içeren zavallı yorumlar böyle? Bu yaşta bir sanatçıdan hiç beklemezdim. Çok yazık, ve Utanç verici. Aslında pekte önemi yok. Böyle hadsiz yorumlar Kometin sanatçı kimliğine ve sanatına dokunamaz. Kendi kendini önemsiz ve değersiz kılan bir yazı.
YanıtlaSilNot; Ender Güzey
YanıtlaSilSaskinlik icerisinde tekrar tekrar okudum, belki bir paragrafini ben yanlis anlamisimdir umuduyla,...Turk resim tarihinde bir Varlik edinememenizin , birbirinden ayrilamayan 3 tuvalinizin bile olmamasinin , uzun zamana yayilan, basit sebepleri varmis....
YanıtlaSilIsim Emir Barna
YanıtlaSilBelkide son bir mektup yazmaktır Komet'e sonuçta iki sanatçı arasındaki diyalog, ne kadarını bilebiliriz. Ayrıca onca yazısı varken bu yazıya kilitlenmenizde bir utanç! Samimi gelmiyor.
YanıtlaSiltürkçede -ç,-i,-u,-g harfi var ama -ş, -ı, -ü, -ğ harfi yok değil mi? "Turkçeye benzeyen bir dil" yazıpta "ulan acaba ben de mi dikkat etsem demedin mi kendine". her cümlenin sonuna 3 nokta koymak nedir ya? büyük ihtimalle bu kendini bilmez türkçe klayvesi olmadığı için yazamamıştır. fakat şöyle bir şey var, türkçeyle ilgili yorum yapacaksan elindeki klavyeyi türkçe klavyeye çevir ve öyle yorum yap bir dahakine ve tek bir yazı üzerinden değerlendirme yapmadan önce olayların geneline bak dürzü.
YanıtlaSilSensin lan dürzü..yazıdan anladığını hakaretle biterecek kadar dürzüsün.Yorum yazamayacak kadar dürzüsün
Sil