SANAT VE ŞÖHRET - BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU

 SANAT VE SÖHRET



Cumhuriyet Gazetesinin 25 Aralik 1952 tarihli sayisinda yayınlanmıştır.



Evvelki hafta Küçük Sahne 'de Mauriac'iın tatsiz tuzsuz bir piyesini gördüm. Zaten tiyatrodan yana hiç talihim yok. Böyle bir piyes seyretmektense, Tophane'nin Karabas Mahallesinde bir küçük kahvede oturup yanibaşimizda konuşulanlari dinlemek çok daha hayirlı. Sen misin Nobel mükafati kazanan yazarın eserini merak eden? Al sana: Birbiri arkasından mantar tabancası gibi patlayan iki erkek, iki kadın. Zavallı aktörler. Belki yalnız Mauriac’ın ailesi etrafını çok yakindan ilgilendirebilecek bir konuyu kim bilir kaçincı defa oynuyorlardı? Kim bilir daha kaç defa bu lüzumsuz yükün altinda ecel teri dökecekler? Çoğu sahnede çekirdekten yetişmis sanatkarlara Mauriac ne hakla bu kadar eziyet ediyor? şöhretin üstüne bir de mükafat eklenince, artik bu piyesten kurtulabilirsen kurtul bakalim. Allah cümlemizi şöhretlerin şerrinden korusun, ama bu beladan kurtulmak o kadar zor ki: istediğimiz kadar sağduyumuzla, tecrübelerimizin elleri, antenleri, radarlanyla yüklü olarak yola çıkalım, ne yapip edip bizi gene şöhret tuzağına düşürüyorlar, çünkü zamanimizda bir sanatkarın şöhreti üzerine kurulmus bankalar, dev yapılı ticaret tesisleri var. Sanatkarın söhretinden kendisi kadar faydalanan binierce kişinin yaninda ondan çok daha çesitli faydalar sağlayaniar da caba: Bugün bir tablosunu bin liraya satan bir ressamın kazancı aynı tablonun renkli veya renksiz baskilarını yayan müessesenin kazancı yanında devede kulak kalır. Iki sene evvel Paris'te şöhret ocağının nasil yandiğını, niçin yandiğını, kimleri isıttığını elle tutulacak, gözle görüllecek şekilde duyar gibi oldum. Meşhur galerilerden birinde zamanımızın ikinci planda adı geçen Andre Mason'un irili ufaklı yüz kadar eserini toplayan bir sergi gördük. Bunlara eser bile demek zordu. Tam manasiyla köksüz, yüreksiz, çırpıştırma şeylerdi. Kendi kendimize: Bu sergi Mason'un başını yiyecek, zayif bir ressam oiduğunu kendi eliyle ispat etmiş, kim bilir ne kadar acı tenkitlerle karşilaşacak demeye kalmadı, ertesi günden itibaren günlük gazetelerde, çesitli sanat dergilerinde bu sergisi yüzünden Mason'un göklere çikarıldığını okuduk. Halbuki ayni hafta içinde ufacık galerilerde takside dolmuş hesabiyla güç bela yer bulan nice söhretsiz sanatkarlarin işlerine hayran olduk, ama sanat borsasında adlarinı bile eden yoktu. Bu şöhretsiz sanatkarlar arasinda gece sabaha kadar garsonluk yapip, gündüz dört beş saat sanatla uğraşmak için çırpinanlar vardı. Büyük şöhretlerin en küçük krokisi dahi elden çıkarılmadıkça bu sahici. sanatkarlara sıra gelmeyeceğe benziyordu. Zamanımızin şöhret ve servet krallarindan Picasso 'nun kapisı çalmış, ressam kapıyı açinca merdiven boyuna sıralanmiş siyah elbiseleri ve acayip beyaz rahibe serpuşlamyla kirk elli tane bayan görür. Rahibelerin en yaşlısı: "Paris'e gelmisken üstadı da görelim demistik" deyince ressam: "Affedersiniz efendim bir yanlışlık olacak, herhalde beni Eiffel kulesiyle kariştirmıs olacaksınız"cevabin verir.



                                                                                 André Masson


Şöhretin sanatkar icin bir hız kaynaği, kendini bir limon gibi son damlasina kadar sıkan bir mengene olduğu muhakkak. Sahici sanatkarların şöhret yüzünden ziyan olmadıklan meydanda. Ama ya bizim yalanci sanatkarlarin şöhretinden çektiklerimiz?' Yalancının mumu yatsiya kadar yanadursun, biz sahici şöhretlerin daha ne kadar uzayıp

gideceğini, yayilacağını, bundan çikmıs ve çıkacak olan sonuçları gözümüzün önüne getirelim. Dünyaya ün salmis, yüzyilları delip geçtikçe, gevşeyecek yerde hız almiş ve bu gidişle soluğu kiyamet gününde alacağa benzeyen iki şöhreti ele alalm: Mikel Anj ve Rafael. Bu yil Akademi resim bölümü kabul sinavlarina girenlere sorduk: Bize bir ecnebi ressamla, heykeltraştan bahseder misiniz? Hemen hemen hepsinden şu cevabi aldik: Mikel Anj, Rafael. Mikel Anj'in yaninda Rafael'in sözü olur mu, kimin umurunda; kitaplar bu iki Italyanı vermisler, kolkola salmislar kiyamete giden yola. Peki ama bu güne kadar binlerce, belki de yüz binlerce kudretl sanatçının sanat alaninda boy gosterdiği bu yaşlı dünyada Mikel Anj'dan başka heykelci Rafael'den başka ressam yok mudur? Çook... Ama sen gel de anlat bakalım, hele hele onlardan daha iyisi de var de de, sesini duyur bakalm... Yalniz resimle heykelde mi bu? Bütün sanat alanlarmda ayni hikaye, hepsinin Mikel Anj'lar, Rafael'leri hazır. Her yil okul kitaplan basılırken bu şöhretler nesil nesil, çağ çağ katmerlenerek dev anasi adımiarla sonsuzluğa doğru ilerleyecekler. Ama bu arada kazılar yapılmış, yaziıar, resimler, yapılar bulunmuş, bunlar ötekilerden kat kat üstünmüş, anlatabilene aşkolsun...Bugünün sanatçısının, sanat eleştirmecisinin, sanat dostunun en güzel tarafı kendini gücü yettiği kadar şöhret sağanağından korumasıdır. Zamanınızın sanat adamının gözünü şöhretlerle kolay kolay kamaştıramazsınız, onlara arkalararını çevirmemisler, ama onlardan alacaklarını almişlardır. Sonra da kendi sevgilerini, zekalarını, sabırlarını, bilgilerini dünyamızın şöhret ışığı değmemiş köşelerine çevirmişler; gün görmemiş değerler, el değmemis, taptaze sanat eserler keşfetmişler. Bugünün bu resminde, heykelinde, şiirinde, müziğinde, mimarisinde, dansında, tiyatrosunda, yüzümüzü guldüren ne varsa bunları isimsiz, şöhretsiz, sahipsiz sanat eserlerine borçluyuz. Biz bu şöhretsiz, sahipsiz eserlerin topuna birden "halk sanatı " diyoruz. Buna bir başkası isimsiz sanat da diyebilir ama, madem ki bu sanatı bugüne kadar yalnız halk dediğimiz, gündelik hayatına karişan sanat eserleri üzerinde dikkatle durmadiğimiz topluluk yaşatagelmistir, ona "halk sanatı" diyebiliriz.




Dil devrimimize büyük bir inançla karıştığına, yazılarını okunmaz hale getirecek kadar bu davanin candan bir eri olduğuna inandığımız ünlü eleştirmenimiz Ataç'ın ikide birde halk sanatını küçümseyen yazilar yazması tuhaf

değil mi? Ataç dil devrimini niçin tuttu? Herhalde "müsellesi mütevaziüladla", yahut "müsellesi mütesaviyüssakayn" sözlerinin halkımızıın dilinde bir demir leblebi kesildiğine şahit oldu. Biz hendeseyi böyle okuduk ama önümüzde bir defa olsun halk arasında: "Yahu şu senin bahçende bana bir "müsellei mütevaziy üssakaynş" biçiminde bir parça ver" dendiğini duymadık. Ataç da duymamıştır, dil devrimini tutmuştur. Allah razı olsun iyi etmiştir ama, ayn Ataç, halkin dili olur ama sanatı olmaz derse ne buyurulur?...Yanilmiyorsam Ataç sanat alaninda şöhretin kurban olmustur. Şöhretleri dünyayı kaplamadikça Ataç'in halk sanatımizda dünya çapinda değerler bulması imkansızdır..Yüzyillar boyunca üzerinde durulmamiş Türk Halk Sanatinda, dünya ölçüsinde şaheserler olduğuna inaniyorum, hele bugünün resminin yarısından çoğunu kaplayan nakiş anlayişinda halk sanatımizın eşsiz olduğunu öteden beri savunup duruyorum. Henüz binde birini derleyebildiğimiz köy türkülerimizi yaşama,yayılma gücüne inaniyor, bunlara: Divan edebiyatimizdan kötüdür, ölüdür, basmakalıptır diyen kişinin batı edebiyatiını benimseyişinden de şüphe ediyorum. 














Yorumlar

  1. EEEEE üstadim yani sevgili hocan Bedri Rahminin bu söylesilerini bu gün nasil okumali ? Nurullah mi yoksa Bedrimi ? Halk edebiyati , sanat'imi yoksa alim resimmi ? klasik yazimi , edebiyatmi ? Türkiye halk diye diye bu hallere düsmedimi ..... iste sana halk Erdaganlar , takunyalar vs.... Bedri Rahmi Mason la dalga geçiyor ama Picassonun ondan geri kalan yani yok .Gel görki bu gün dünyanin anlayan veya anlamayan kitleleri hala onun esrlerini görmek için kuyruklar yapiyor müzelerin önünde.Mauriac dersen unutuldu gitti ama yerine gelenler Mme Angot yu geçemedi ...ne dersin bunlara dostum , bir kokoreç yiyip laflasakmi ?

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

BİR MÜZEDE OLMAK YA DA OLMAMAK - LEVENT ÇALIKOĞLU

GÜLÜNÇ BİR ADAMIN DÜŞÜ - BEDRİ BAYKAM

ŞARLATANLIKLAR - 1 /. SPERMAN