SÜRREALİZM'DEN GERİYE NE KALDI?


Sayın Baran Danış'ın çağrısıyla, Milliyet Sanat Dergisinin Ağustos sayısının içeriğinde olan "SÜRREALİZM'İN YÜZÜNCÜ YILI" adına benden de bir yazı ve bir resmimin görselini istediler. Ne yazık derginin tüm aşamasındaki yer kıtlığı nedeniyle yazım kısaltılarak yayınlandı; işte Blogumda bu eksiği giderdim. Kendisine teşekkür ederim.



Geçen yıllarda Paris’de önemli bir satış - açıkartıma - olmuştu: ANDRE BRETON KOLLEKSİYONU!

Her zaman ilgi alanımda olan ve de onunla ilgili fotoğraflarda merakla izlediğim mekanındaki

duvarları süsleyen arkadaşlarının tabloları, akla gelebilecek objet, yontu, fetiş, sanrıya, büyüye dair

her şey - şaşırt beni - her şeyi özenerek, bilerek toplanmış bir “merak kabinesini” daha iyi izlemek için 

iki kez gittim, Ulusal müzelerin koleksiyonları söz konusu olunca. bu koleksiyonun en önemlileri yine



yine devlet müzelerine gidiyor.


Surrealism öncelikle “Litteraire” bir çıkıştı ve kendi çekim alanına pentür ve fotoğrafı vs katılımıyla

bir ekol’!e dönüştü. Bir grup sanatçı, değişik disiplinlerden gelen ama yöneten; entelektüel bir

birleşim demişti Andre Breton. Surrealism’de bir sihir vardı; bir grup, gnoestique bir secte,

alchimiste ama önce mağarayı keşfetmek! Bilinçsizliğin ötesinde başkaldıran insan ve o insanın

derinliğinde bizi şaşırtan GİZ!

Başlangıçta romantizmden kaynaklanan - ölüme dair - o pesimist duygu uzaklarda kalmıştı

giderek onun kızgın bir çocuğu olabilmek; işte yol böylece ayrılmıştı; 1914 de “cehennem kapısının

“ açılışıyla belki gününe dönmek özellikle şairlerin absürt dil!le gününe bakışlarındaki otomatik

yazıyı bir süre terk etmek; belki bir manifestasyon gerekliliği; bu savaşın içeriğinde olan dünya ve

insanı ters-yüz etme kurgusu adına. Komunisler "önce dünyayı değiştirmek; daha sonra  da insanı"

teziyle karşı çıkmaları ve giderek Aragon ve Sadoul’un gemiyi terk etmeleriyle son buldu.

Surrealism hiç bir zaman politik bir parti olmayacaktı! Breton’a göre Surrealism: “bilinçsiz bir

keşifti”; kişinin ya da bir düşüncenin kendiliğinden sözlü bir diktesi, başka bir işlevde devinmesi

giderek dışa vuran "saf, psychique bir automatisme" Breton bu konuda fazla kafa yormadı, ikinci

manifestasyonunda, Surrealist eylem kısa yoldan “eline bir tabanca alıp sokağa inmek, önüne

çıkanı kurşunlamak! Merak etmeyin kimse bunu ciddiye almadı; bu radikal öneri bu eylemin sonu

olurdu! Herkes çok iyi biliyordu ki, bu formda olabilecek tüm provokasyon Surrealismin sonu

olurdu; her şeyden önce Sürrealism bir LİTTERAİRE eylemdi. Onlara uzaktan biraz karşı olan Paul

Claudel bile “Surrealistler kahvede oturan anarşisterdir; onların dışında herkes deli” demişti!

Breton hemen görmüştü Dada’nın açıkta Nihiliiz’min sınırlarını zorladığını ve de uygarlılığın en kısa

yoldan “barbarlığa” dönüşeceğinden! Başka değerlere nasıl ulaşabiliriz; başka bir uygarlığa?

“Surrealisme” sözcüğünü Apollinaire bulmuştu; niçin olmasın onun gibi tüm şairleri toplamak ve

giderek tüm sanatı katmak bu eyleme; Rimbaud’un dediği gibi “hayatı değiştirmek”!

Surealisme bir “revolution” muydu? Kanımce hayır belki bir “başkaldırı” diyebiliriz; bir süre yaşadı,

içindeki bazılarının ters akımına rağmen diğerlerinin “vision” değişikliği: mizah, arzu, aşk, isyan ve

ölüm; öbür yandan inançları ve yasakları yok’a sayarak! Bu son bildirisinde Breton’nun çevresiyle

bir yabancılaşma yaşadığını giderek Sürrealizmin kurgusundaki sınınların değiştiği kuruntusunu

sezeriz! Son söz olarak diyebiliriz ki; Surrealisme bir ŞİİR’di.

            
                                              Utku Varlık: GÖRÜNTÜ  pentür 2023


MORAL

Akademi yıllarımızda - 60 yılları - Hocalarımızın Surrealisme’den haberi yoktu; hemen hemen hepsi

1930 yılları Paris’de Andre Lhotte’un öğrencisi olarak bir kaç yıl atölyesinde çalışmışlardı ve de o

yılların moda akımlarını taklit ederek öğretim üyesi olarak Akademi’ye dönmüşlerdi.Kültürün lüks

olduğu bu yıllarda bizi aydınlatabilecek ne kitap ne de müze vardı, dışa bakabilecek; belki sinema!

Kanımca sanat: “genel kültürün” damıtılmasıyla varılabilecek bir metaforun kendine özel bir dil

bulması sonucu bir içerik oluşturur! İşte bir müze kültürünün gerekliliği burada çıkıyor; farklı

asırlarda ve pentürün yapıldığı farklı iklimlerde resmin dilindeki değişimin farkında değilsek, ona

dilini kazandıran tekniğini de bilmiyoruz demektir. Buradan Surealist akımın asıl çekirdeğindeki

sanatçıların çekim alanında kimler vardı? En gizemsi fantastik Jerome Bosch’un etkilediği Flaman

okulu: Bruegel’den başlayarak daha sonra Monsu Desiderio, Fuseli, John Martin, Caspar David

Frierrich’le günümüze yaklaşırkenYine Breton’nun çevresindeki sanatçılara geliyoruz ama

çelişkiler burada başlıyor! Sanat tarihçileri, sanki tablo satıcılarıyla iş birliği yaparak önemli bazı

sanatçıları gölgelemek, belki yok saymak cüretinde bulundular, örneğin Max Ernest parlatırken eşi

Dorothea Tanning unutulmuştur; daha ilginç yine Max Ernest’in metresi Leonara Carrington’da

böylece unutulmuştur! En önemlilerinden Giorgio de Chirico’nun önemi çok geç gelmiştir! Dali’nin

yaptığı şamata ne yazık onun harika pentürünü gölgelemiştir. Caspar David’i in adını Fransızlar

1974 de öğrendiler; müzeleride hiç bir tablosu yoktu! Rudolf Hausner’i hala kimse bilmez!

Ne yazık sanat öğretilemez; konu her kez ne kadar kapsamlıysa, tüm içerik bizden o kadar

uzaklaşır; Breton’dan ve şiirden birden uzaklaşmışım farkında olmadan! 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BİR MÜZEDE OLMAK YA DA OLMAMAK - LEVENT ÇALIKOĞLU

GÜLÜNÇ BİR ADAMIN DÜŞÜ - BEDRİ BAYKAM

UTKU VARLIK - SANAT AYRICALIKTIR / HELİN KAYA