OXYMORE / İSTANBUL- ŞUBAT / NAHİT HANIM

Geçen kez Ahmet Arif'in Leyla Erbil'e mektuplarıydı; Issız Anadolu  kentlerinde o yıllar, nasıl olunabilirse öyle, kahrolan bir şairin mektuplarıydı; görünürde yazarın  yazara, şairin şaire olarak yansıyan bu yazışma; bilmiyorum Leyla Erbil'i ( çünkü tek yön, Leyla'nın yanıtları yok ve de üstüne bu yazışmanın ortalarında bir evlilik yapıyor ) ama Ahmet Arif'in mektupları bir aşk yangını.
Bu kez Orhan Veli'nin Nahit Hanıma mektupları, gelip yaşantımın en güzel dönemlerinin konumuna gelip oturdu. Nasıl anlatılır; geçmiş  turquioise cam bir vazo gibi artık içine çiçek bile konulmayan, bakıyorsunuz ama görmüyorsunuz, anılar köşesinde. Sırları dökülmüş antik ayna, derinliklerinde yiten ya da yaşayan en güzel dostlarımı saklıyor; dedim ya, bir akşam güneşi girer perdenin bir aralığından, dönür dolaşır ve o kendiliğinden bırakılmış -unutulmuş değil- dost portrelerine şöyle dokunur ve her kez yüreğim yanar; kaçarken kapıyı çekmiştim, dönmemek üzere; melonkolimi, iç sıkıntılarımı, parasız günlerimi yanıma almıştım, geriye çok güzel insanlar bırakarak!
Nahit hanım
60 yıllarının sonuna doğru iyi tanıdık Nahit hanımı; Edip Cansever sayesinde, kadim dostum Aziz Çalışlar'la bu çevrede fantastik bir aile oluşturduk. Onlar; Edip, eşi Mefharet hanım, Orhan Veli'nin kız kardeşi Firuzan ve eşi İbrahim Yolyapan, Muvaffak Şerif, Vedat bey, Kemal Bekir, Ercümemt Behzat Lav, Balıkcı Nuri, Fehamet hanım yıllarca Nahit hanımın meşhur cuma akşamı masasının sürekli müdavimi olurken genellikle Cemal Süreyya , Metin Eloğlu, Mazhar Leventoğlu, Behcet Necatigil, Fethi Naci, Gürdal Duyar vs. ve de nice dostlar arada bir geçerdi. Şunu açıklama fayda var; bu anlattıklarım 70 yıllarına kadar, açıkca ben gittikten sonra bu masa sürmüş; Selim İleri'nin ve Cemal Süreyya'nın  anılarından,  bu kitap yayınlandıktan sonra çıkan yazılardan ve de Zeynep Oral'ın Cumhuriyet gazetesinde çıkan makalesinden öğrendiğime göre ne sular akmış bu masanın altından, 2002 yılında ölümüyle bir üniversite kapılarını kapatmış. Nasıl anlatılır o tüm yaşanmışlıklar; Edip'in bilerek ona buna sataşmaları, şiir kavgaları, birinin yanında getirdiği davetsiz bir misafirin tadsızlığını  ancak tüm cumhuriyetin iyi ve kötü günlerini doğduğu Girit'den itibaren İstanbul, Ankara, sürüldüğü Edirne'de " ben özgür bir kadınım " diyebilecek Nahit Fıratlı'nın masasında olabilirdi.

Orhan Veli
Nahit Hanımın böyle "mediatik" anılması, Orhan Veli'nin kız kardeşi Firuzan Yolyapan'nın izniyle yayınlanan biri telgraf 64 mektup, Orhan Veli'nin yazdıkları, içinde bir tek yanıt var Nahit Hanım'dan gelen. Hepsi eski yazı. Orhan Veli tüm mektuplarda parasızlık, olanaksızlık, yer yer sansüel aşk çırpınışlarının çıkmazında, bir düşde bile zor olabilecek, varamamak, ulaşamamak fiillerinin en güzel örneklerini veriyor. Bir mektup yollayamıyacak kadar parasız ama üç kuruş bulduğu zaman çözümü at yarışlarında arayan ve her kez kaybeden; çok ilginç Dostoievskiyen bir kahroluş, menhus bir ruh.
Mektuplar, 1950 yılında Orhan Veli'nin, belediyenin kazdığı bir çukura düşmesi ve döndüğü İstanbul'da beyin kanamasından ölümüyle noktalanıyor. Ne kadar beraber olduk Nahit Hanım'ın şaheser masalarında ama hiç bir kez bu aşkdan söz edilmedi; yalnız bir akşam; Firuzan ve İbrahim Yolyapan'ların evinde bir rakı masasındayız, kanımca Şişli'de. Edip, Mefharet, Nahit Hanım, Aziz Çalışlar, Muvaffak Şerif, Kemal Bekir anımsadıklarım. Önce Edip'in morali yerindeydi; söz dönüp dolaşıp Orhan Veli'ye gelmişti, bir kaç ilginç hikaye anlatıldı, biraz güldük. Bir süre sonra aynı Edip daha dramatik bir maskeyle;

Edip Cansever
Firuzan'a dönüp; "...hani bana söz verdiğin bir şey vardı, şimdi görelim " dediğinde masada bir sessizlik oldu, herkes Firuzan'a baktı bu kez, bilmiyorum ne olabilirdi, "..ama bu saatte " diyecekti Firuzan, demedi kalktı salondan çıktı. Bu kez hepimiz Edip'e baktık ve masaya anlaşılmaz bir sessizlik çöktü. Bir süre sonra Firuzan elinde büyükce bir kutuyla girdi ve salonun bir köşesindeki yer masasına koydu. Hepimiz kalktık, ayakta yere çökmüş Firuzan'a bakıyoruz; ne vardı bu kutunun içinde ? Bir mumyayı açar gibi biraz sararmış bezler açıldıkca yeni katmanlar çıkıyordu, hava soğumuştu belki acayip sessizliğin, ne olabileceğinin şaşkınlığı, birden içime bir korku düştü.


Son katman açıldığında ilk bakışta Ramses diyebileceğimiz bir maske çıktı, hala düşünmüyordum Orhan Veli olabileceği. Bu alçı bir ölüm maskesi şairin hastahanede ölümünün hemen sonrası heykeltıraş Nusret Suman tarafından alınmıştı. Bu kez salonda hepimiz donmuştuk, hiç Nahit Hanım'a  bakmak aklıma gelmedi Edip'e bakıyordum. Firuzan bu kutuyu ilk kez açtığını ve de gördüğünü söyledi, bir gün Edip'e söz etmişti o da unutmamıştı bunu.

                  İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
                            Başında eski alemlerin sarhoşluğu,
                           
                            Loş kayıkhaneleriyle bir yalı.

                            Dinmiş lodosların uğultusu içinde

                            İstanbul'u dinliyorum gözlerim kapalı.

























Yorumlar

  1. Hepimiz tanrı kaldık / kimse mutluyum demesin

    Edip Cansever / Tragegadyalar


    Mutlu Varlıkı

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

BİR MÜZEDE OLMAK YA DA OLMAMAK - LEVENT ÇALIKOĞLU

UTKU VARLIK - SANAT AYRICALIKTIR / HELİN KAYA

GÜLÜNÇ BİR ADAMIN DÜŞÜ - BEDRİ BAYKAM