MAKSAT MUHABBET/ SENNUR SEZER


Çok uzun yıllar sonra Sennur Sezer'le sergimde karşılaştık; bilmiyordum bir televizyon programı olduğunu; ayrıca bir gazetede yazdığını. Dedim ya yavaş yavaş,, zamanın koridorunda açacak kapı kalmamıştı, sığlaşmıştı İstanbul. Bir neden olmayınca geride kalanları bulmak çok zor, güzel insanlardan söz ediyorum!



İşte o kalanlarla karşılaştığımızda konuştuğumuz: acaba "sanal" mıydı o günler? Dekor aynı değil, kaçıncı perdedeyiz?

Utku Varlık Avrupa’ya göçeli neredeyse elli yıl oldu. Bir ömür. Başta Aziz Çalışlar, Taksim Sanat galerisindeki sergiden uğurlamıştı dostları onu. Hemen bütün desenleri satılmıştı. Satılan her şey Taksim Parkı’ndaki Mutfak’ta içilmişti. O günden bugüne resimle geçindi.Utku figür çiziyordu geçerli anlayışa inat.Bu figür “inadı” onu 1968-72’deki politik anıştırmalı resimlere, kapitalist toplumun insanının makineleşmiş insanının taşbaskılarına (litografi) götürdü. Almanya’da sergilenen bu resimler Metro serisi diye anılmıştı. Sonra  insanlığın varolma sorununu çizip boyamaya başladı. Bu sergide benzer anlayışta resimlerle oluşmuş: Bize büyük gelen dünyamızdaki(daha doğrusu samanyolumuzdaki)  küçük serüvenimizi yansıtıyor.Yer yer patlayan ışıkla sınırsızlığını sezdiren düşlerimiz, bu düşlerin ortak yanları. Onun tanımlamasıyla Fragmanlar. Bilinçaltımızda yer eden  düş parçacıkları. Belki de artık düş sandığımız, düşlere dönüşen gerçeklerimizden parça bölük görüntüler.Asıl büyü sanatın başlangıç noktası belli olmayan tarihinden günümüze aktarılanlarda. Utku, her dönemin  ilaheleşen insan figürlerini düş ışığıyla boyuyor. Resim sanatının ustalarından yansıyanlar mı var bu ışıkta? Ergenliklerimizin  baş dönmeleri mi? Galiba hepsi.Leke ve renkle anlatıp  sergilediği taş hücrelerin, otomatikleşen insanın, alkoliklerin dünyasından geçerek bu en gelişkin sayılan canlı türünün dramını anlatıyor. Bir resim çerçevesine insanlığın geldiği ışıktan gittiği ışığı sığdırmaya çalışıyor. (Bu elbette benim tanımım. O bir felsefeciden alıntılayarak  insanlığın bir karanlıktan bir karanlığa ışıktan geçerek gitmekte olduğunu) da söyleyebilir. Ya da “Eğer bir düş giderek resme dönüşüyorsa , resim de sonuçta düşe dönüşür” yargısını verir.Çocukluğumuzdan yarım yırtık bir masalın  bir sorusu: Tüyü bu kadar güzel olan kuşun kendi nasıldır ki... Ormana bırakılan kız bu karanlıkta nereye gidebilir?Sonra kendi sorumuz “nereye giderler kırlangıçlar yuvalarını bırakıp?”Bir resimde de Sait Faik’in öyküsünden bir çakım mavi “kırlangıç yuvasındaki kadın”. Bir resmi oluşturan renk-leke-ışıkın temelindeki düş parçacıkları.
Benden de Sennur Sezer'e bir soru: " ..ya bulutlar; peki onlar nereye gidiyor? "





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BİR MÜZEDE OLMAK YA DA OLMAMAK - LEVENT ÇALIKOĞLU

ŞARLATANLIKLAR - 1 /. SPERMAN