KAPILARIN DIŞINDA 2

Lorenzo Ghiberti/La Porte de paradis 1452  broz-altın kaplama
Duamo'nun ikinci kapısı  yani Michel - Ange'ın deyimiyle "cennet kapısı" kuzey kapısı oluyor. 1452 de Lorenzo Gilberti, yine bas- relief ve bronz üstüne altın kaplama olarak İsa'nın yaşamından "fragment" ları sergiliyor


İkinci gün moralim yerinde, dışında uyuduğum Baptistére'in içindeyim, ünlü kapılarının anlatımına, ustalığına bakarken bugün bir türlü becerilemeyen  bronz sanatını ve de heykeli düşünüyorum, Akademi'yi anımsıyorum, beceriksiz ellerde katledilen Atatürk heykelleri ve de onların dökümü aklıma geliyor. Katedral Santa Maria Del Flore'de Philppo Brunelleschi'nin kubbesine bakarken;


İstanbul'u anımsıyorum, ne güzel Bizans'ı bunlarla paylaştığımıza seviniyorum. La Galleri des Office 'e giderken açlığım aklıma geliyor; bir çeşme bulmak için yolumu değiştiriyorum. İnsan bir "denge uzmanı"; Orhan Duru'nun o harika kitabında olduğu gibi, kendimi naif ve hafif hissediyorum, garip bir burukluk var biliyorum ki akşam kutlamıyacağım bu sanat şölenini, canım sıkılıyor, hiç bir yere bakmadan Office'den içeriye giriyorum.


Giorgio Vasari sanat tarihçi, mimar, ressam; önce Andrea del Sarto'nun öğrencisi, Michel-Ange'ın dostu ve Raphael'in resim öğrencisi, Medicis ailesinin güvencesi ve tüm bu müzelerin mimarı. Office'i 24 yaşında tasarlıyor, Palazzo Vecchio, Academie de dessin' i de1543 de bitiriyor. Vasari'yi düşündüm biraz; bugün hala yazdığı "sanat tarihi" önemini yitirmedi, yaşantısında yaptıklarının bir envanterini yaparsanız; 63 yıllık bir yaşantıya nasıl sığar tüm yaptıkları? Bu mekanlar olağan bir mimari değil, bırakın mimariyi; içinde kullandığı mermerlerin çeşitliliği ve görkemliliği bana doğanın hangi coğrafyasında olduğunu, bulduğunu, yonttuğunu, kestiğini ve de buraya getirip sizi nasıl şaşırttığını araştırmaya kalksanız bir ömür yetmez! Yorulmuştum, vazgeçtim düşünmekten.

Giorgio Vasari/ peinture
O kadar resim var ki birden karıştırmaya başladım, belki hızlı geçip önünde beni durduracak bir kaç resme iyi bakmakta fayda vardı, önce Vasari'nin tuvali ilgimi çekti, yeniden; bu kadar işin içinde bu resimlere nasıl vakit ayırdı diye düşündüm, Vasari'den kurtulmak için buradan kaçmalıydım. Üçüncü günün açlığı beni daha kötümser yapıyordu; pencereden dışa, Palais Pitti'ye bakarken bir takım vision oyunları , perspektif kaymaları bir anlamsızlığa doğru bir gidişin belirtileriydi. Daha hızlı dolaşmaya başladım; farkındaydım bazı önemli tabloları atlladığımı, sonuçta bir büyük bir tuval beni durdurdu;

Ucello / San Romano savaşı
 Ucello'nun San Romano savaşı,  sanat tarihi derslerinde incelenen nadir tablolardandır; mızrakların geometrik kullanılışı, figürlerin sıralanışı, atların geniş anlamda yüzeyi kaplayışları vs. bu resmi ünlü kılmıştır. Bilmiyorum ne kadar baktım, vakit geçmişti, kalktım gezime biraz daha bir hız vererek. Çıkmaya karar vermiştim,  uzakta bir tablo beni çağırdı;

Guiseppe Maria Crespi / Cupidon et Psych
Crespi'yi, kimse tanmaz ama nasıl anlatılır bir resmin uçarık, boyanın akıl almaz transparansı, draperie'nin ustalığı? uzun süre inceledim; kendime resim nasıl öğretilir diye sordum? Müzeden çıktım, dışarıda bir akşamüstü güneşi beni Boboli Bahçesine yöneltti; Le Palais de Pitti ve Porta Roman biraz ötede Medicis'lerin sarayı  kendi bahçesi gibi çevreliyor;


Parkın çeşmelerinden biraz su içtikten sonra havuzun kenarına oturdum. Garip bir dalgınlık içinde parkı göğüsleyen sarayın pencerelerine takılıyorum, oradan bakıldığında tüm Floransa ayağının altında, bakanı bilmiyorum ama ben umutsuzum, ne yapacağım bilmiyorum, biraz uyusam iyi ama uyurken ya parkı kapatırlarsa; karanlıkta bu heykellerin beni kovaladıklarını düşündüm, korktum ve dönüşe karar verdim. Yaşadığım sanrıyı yalnız Knut Hamsun "Açlık" romanında anlatmıştır; çok doğru, açlık bir "leitmotiv" oluyor bir süre sonra, kendi kendime konuşuyorum, birden farkına vardım ki gülüyorum, belki deli diye düşünüyorlardır, düşünsünler ne yapalım! Dönüşte Verona vardı; Aziz Zeno baziliği ve onun kapılarını görmeden Paris'e dönmek olmazdı,  İstasyona doğru yürüdüm.
Verona fazla uzak değil, burada geceyi geçirip, sabah Zeno'yu gördükten sonra Paris'e devam etmek. Trende birinden sigara istedim, üç tane verdi, Fransız diye sordu evet dedim , güldü sırtıma vurdu, teşekkür ettim, mutlu oldum. İlk nefeste sigara başımı döndürdü tekrar mutlu oldum.
Uyumuşum, Verona'ya gelmişiz haberim yok, son anda farkına vardım, saat gece on gibi, garı hızlıca geçtim; lokanta va kahveleri görmemezliğe gelerek. Elimdeki kartı gösterip San Zeno'yu sorduğum taksi şöförü müşteri olmadığımı anlayınca parmağıyla bir yönü gösterdi, bir vitrine yaklaşıp suretime bakmam gerekiyordu; beni görenlerin şaşkınlığını çözmem açısından. Güzel bir kent gibi gözüktü, akşam ışıklarıyla başka bir alımı vardı, turistler Juliet'in balkonunu görmek için gelirlermiş ben ise doğruca Zeno'ya doğru yürüyorum:

San Zeno baziliği/ Verona
Tekrar sorarak baziliği buldum aydınlık bir gece, kimse yok, kapıyı önce gördüm. önündeki merdivenler geceyi geçirmek için makuldü. Yaklaştım 12 yüzyıldan 48 bronz pano ve de kapıya bu kadar kolaylıkla dokunduğuma sevindim , büyük bir özenle sakladığım son sıgarayı yaktım; Floransa'dan iyi ki kaçmışım, çan gece yarısını çaldığında sanki gezi bitmişti, uzaktan bir köpek havladı!


Bronz kapı / San Zeno Baziliği-Verona  12 yüzyıl




























Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BİR MÜZEDE OLMAK YA DA OLMAMAK - LEVENT ÇALIKOĞLU

UTKU VARLIK - SANAT AYRICALIKTIR / HELİN KAYA

GÜLÜNÇ BİR ADAMIN DÜŞÜ - BEDRİ BAYKAM