SÖZCÜKLER

Bir zamanlar en büyük keyfim telefon rehberlerinde gezinmekti.Özellikle Paris gibi kozmopolit bir kentin insan haritası; ön- adlar, soyadlar, adres vs. Gözüm büyük bir hızla sayfalarda dolaşırken, bildik bir soyadı çağrışım yapar; ne millet olursa olsun, bu mozayıkta bir renk gözünüze batar,   bir insanı simgeleyen garip bir sözcük; anlamlı ya da anlamsız, din kitaplarının "genérique" adlarına gönderi, yer yer absürt, dikkatimi çekmesi için alışılmış olmamalıydı; isimden sonra adres, nasıl ve niçin burada, ne yapıyor? Herkesin bir öyküsü vardır ve de kimse paraşütle inmemiştir bu kente, benim kurgum nereye kadar gider ama inandığım bir yazgı; uzaklardan gelip o telefon rehberine girmek! Amacım bunu somutlaştırmak değil, insanların küçük öyküleri beni ilgilendiren. Başka açıdan; nerede yaşarsanız yaşayın, sizinle dolaşan gerçek bir peyzajınız vardır, sanki bir zamanlar, iletişim araçlarının henüz yaygın olmadığı günler, bulvarlarda sırtında bir reklam panosuyla dolaşan,  adam misali;


Sandviç adam/ John Thomson 1893
 Bugün telefon rehberlerini aşıp, insanları kolayca izleyebileceğim; örneğin metro, hava alanları, bir cafe'nin terası gibi geçit yerlerinde "insan manzaraları"na  bakıp, beraberlerinde hangi peyzajı taşıyorlar ya da şimdi nereye gidiyorlar diye hayal kuruyorum, yine meçhul o insan!

Magritte
Paris telefon rehberinde daha çok Ermeni isimleri dikkatimi çekerdi; hangi ülkede olursa olsun soyadları kutsaldır, değiştirmezler kolay okunsun diye ve de  "..yan"la biter ( oğlu anlamına gelir), çoğu kez de türkçe bir sözcük vardır başlangıcında; örneğin arkadaşım Hilda Yosmayan, kuzeni Jak Kebabcıyan vs. Bir kez ilginç bir soyadı gözüme çarptı; "...Aydabiryan", karşılığını fransızlar bilmiyorlardır ama sorduklarında nasıl yanıtlıyordu? Tesadüf bu ya, bir süre sonra LeMonde gazetesinde bu soyadıyla karşılaştım:  makale, Osiatis şirketi genel müdürü Robert Aydabiryan'la ilgiliydi!

Hergün kullandığımız bir sözcüğün anotomisi; bu kez hayal gezileri sözlüklerde sürüyor, gerçekten bir sözlüğü açıp, sözcüklerin büyülü anlamlarına ve de bize ulaşan metoforlarına ayıracak zamanımız kaldı mı? Radyoda bir dilbilimci fransızca "mesquin" sözcüğünü ve kaynağını anlatırken bu sözcük fransızcaya Akad'lardan gelmiş; peki türkçe'ye nereden dokunuyor? Akad'lar mezepotamya'da yaşadığına göre bize çok daha yakın ve de türkçedeki arapca sözcük sayısını söylemeye gerek yok, Önce "mesquin"nin anlamı: Türk Dil Kurumu sözlüğünde, "cimri", mecazi: "soysuz, bayağı. İşte çok yanlış bir çeviri oysa arapca "miskin" olarak telafüz edilip, "fakir" anlamında kullanılıyor. Mosqué yani cami'de Akad'ca "muskenu/muskenum sözcüğünden gelmiştir. Arapcadan bize gelen "miskin" sözcüğünün de kaynağı aynı. Şiir çevirisi üstüne söylediğim; "..şiir bir başka dile çevrildiğinde buharlaşır" sözü sözcükler için de geçerlidir. Akad'larda bu sözcük "mediocre" yani espri olarak fazla açılımı olmayan ama bunu saklayan giderek "içsel görkemden yoksul olan"anlamında kullanılıyor. Sümer kralı Ucababa'nın baş muhasebecisi olan Sargon (mö 2350) , kralı devirip, yönemi eline alıyor,

Sargon 
Akad'lar sami asıllı olup sémitique bir dil konuşuyorlardı. Sargon Sümer'lileri yenerek Kiş kentini başkent yapıyor ve torunu Naram-sin bu görkemi sürdürüyor. Sonuç olarak bir sözcükten yola çıkıp, kent kralı Sargon'a geldiğimizde insanın hiç bir çağda değişmediğini "mesquinerie"nin de her çağda var olduğunu görüyoruz



















Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BİR MÜZEDE OLMAK YA DA OLMAMAK - LEVENT ÇALIKOĞLU

UTKU VARLIK - SANAT AYRICALIKTIR / HELİN KAYA

GÜLÜNÇ BİR ADAMIN DÜŞÜ - BEDRİ BAYKAM