Kadim dostum Aziz Çalışlar'ı anımsadığımda, her kez dünya'ya lanet okurum; ne kader ne yazgı, biliyorum bizi yöneten ışığın simyasını çözmek zor! 1964-65 yılında Bizim Atölyeye misafir öğrenci olarak hiç de kendinden resimle uğraşmak isteğini çözmek güç olacak, güzel bir genç adamı Bedri Rahmi bana tanıştırdı: - " bak reis sana bir öğrenci, meşgul ol, atölyeyi tanıt!"; tanıştık, elindeki kitaplara gözüm takılmıştı, hukuk kitaplarıydı; ben de ona bu mesleğin kitaplarını bile taşımak zor dedim ve bir sehpa bulup, benimkinin yanına yerleştirdim. Aziz ilk kez modelden desen çizecekti, bana dönüp Model Deniz'in bir "nü" olarak kendisini şaşırttığını söyledi; gerçekten Deniz güzel bir modeldi. Bir süre sonra çalışmaya ara vermiştik, atölyeden kim gelirse karşıdaki Şükrüye şarap içmeye gidiyorduk, Aziz'e de teklif ettim ve içerken merak ettiğim soruları yanıtladı: Robert Kolej'den sonra baba mesleği maden mühendisliği okumak için Münih'e gitmiş, bir sene sonra vaz geçmiş dönmüş ve de hukuk'a başlamış İstanbul Üniversitesinde ama ısınamamış; biliyorum arkada bir aile baskısı vardı; benim yaşantımı öğrendiğinde özgürlüğüme çok şaşırmıştı. Daha sonra Aziz atölyeye gelmedi, adresini de bilmiyordum ve unuttum. Bir akşam Şan sinemasında bir konser çıkışı Lefter'e giderken Aziz'le karşılaştık, çok sevindi yanında kız kardeşi Filiz'de vardı, davet ettik, bir yere gidiyorlardı, bir başka güne söz verdik; işte dostluğumuzun kapısı açılmıştı. 1970'de Paris'e gidinceye kadar bir bütün gibi yaşadık, bir kent bu kadar güzel gerçekten yaşanamazdı; tüm dostlarımız, mekanlar ve ülkenin en güzel kültürel yılları; biliyordum ki bizi hiç bir zaman özgür ve mutlu yaşatmayacaklar, Avrupa konkurunu kazanıp Paris'e giderken Akademi'nin kapısında bir gurup üniversiteli Amerikan bayrağını yakıyorlardı, sloganlar ve tehditler! Kara bulutlları sezmiştim, İstanbul'un kapısını çekip giderken, Sirkeci Garında herkes beni uğurlamaya gelmişti, Gar Lokantası dolup taşmıştı, beni Trieste'ye götürecek bu dünyanı en acayip treninin penceresinden son kez geriye baktığımda, bu gurubun üçte ikisini belki son kez görüyordum!
1995 de Aziz'in ölümünden hemen sonra Ludmila Denisenko'nun Cumhuriyet'te yazdığı bu yazıyı kendisinden izinsiz tekrar yayınlıyorum, Aziz'e bir "hommage" bu kadar güzel yapılamaz!
İstanbul'un kapısını çekip giderken... Nasıl etkileyici bir anlatım, Utku Varlık'ın fırçası gibi kalemi de çok güçlü.
YanıtlaSil