BUGÜN YAŞADIĞIMIZ EN BÜYÜK SANRI/Söyleşi: UtkuVarlık-Merve Ertütüncü/ Hürriyet Kitap Sanat

 1)Serginin başlığından yola çıkarsak, bulunduğumuz dünya bir “sanrı” ürünü olabilir mi?

1- Evren, Dünya, varoluş tümüyle bir sanrı - Hallucination - , ölüm ise  sanrı’ya dair bir dönüşüm! Çok uzun bir süredir savunduğum tez: “Evren beynimizin bir sanrı bahçesidir”. Beynin bize oynadığı oyunlar çok; ölümü gösterip inanç alanlanları yaratınca, işte ona sığınanların labirentinden çıkamıyoruz, yine sanrı ama tanrı fikrini saptırarak ona başka bir boyut saptayamadı, bu kez “korku”ya özgü tüm büyük sapmalar, paradoksal düşler son sergimin çekim alanında, benim şairlerimle bir dialog. Geçen sergimde: “Vanitas Vanitum” her şey bir HİÇ’dir; yine başka bir sanrı’yı işlemiştim; duygudan öte yaşadığımız gerçek verileri sanrı adına yadsıyamayız: daha dün sabah, yakında yerini başka bir teleskopa bırakacak Hubble, bize 67 milyon ışık yılı uzaklıktaki Galaxie NGC 2775’in bir imajını gönderdi; o kadar net ki sanki bir göz bize bakıyor; İşte bu gözü çevreyen milyonlarca yıldız, bizim Samanyolu gibi belki daha büyük; galaxinin orta boşluğundan evrenin derinliklerine doğru “zamanın” yok oluşu; başka bir çekim alanında, başka bir zamana doğru!


2)Sergide gösterilen resimlerinizde, kadınların derin düşleri, yokluk ve var olma arasındaki geçişler, boşluklar fark ediliyor. Resimlerinize ilham veren bu soyut figürlerin ortak bir düşü var mı?

2- Resim tarihinin başından sonuna “kadın” bir sembol; güzele özgü, hüzüne özgü, tüm duygu alanlarında, iç ve dışta. Sergiyi omuzlayan video’da Rilke’den yola çıkarak: “…kadınlarda ne hüzünlü bir güzellik vardır…” işte kadın her çağda  bir “SİBYLLİN, hiç bir mekanı, bir peyzajı onsuz düşünemiyorum, duygu alanlarımdaki bu garip lirizmin dışa vuruşu!

3)Pandemi süreci ile birlikte, hepimizde bir sorgulama hali oluştu. Gerçeklik nedir? 

3- Gerçek: farkında olmak istemediğimiz bir sanrı, kaos’a özgü, beklemediğimiz anda bize anımsattığı; bu güzel dünyada “varoluşlarında iğreti duranlara” birinci duyuru ve de bir efsun- karabüyü: denizleri tüketenller, iç denizleri kurutanlar, batıl inançlarla varoluşumuzu ters-yüz edenler, insanı insana düşüren, acıyı, ölümü ekip biçenler sonra bu gezegeni bitirdikten sonra başka planetlere gitmek isteyenlerin bir idea-fixe’si gerçek!

4)Yaşadığımız evrende olan her şey bizim algımıza göre değişkenlik gösteriyor. Özellikle bu dönemde değişimin ne kadar hızlı olduğuna tanıklık ettik. Bundan sonraki dönemle ilgili öngörüleriniz neler ve resminize nasıl yansıyacak

4- Bundan sonraki dönemde ben olmayacağım ama izleyeceğim. Değişimi arzulayanlara ve de bir olguyu ters-yüz edenlere sürekli yanıt verdim ama tekrar söylüyorum: sanatta simgesel mekanları “modern müzeler” adına anlamsız sirk’lere dönüştürenlerle bir hesaplaşma olamaz, Paris’de conceptuel fanfarıyla tüm pentür sergileyen galerileri yerle bir edenler, şimdi ne yapacağız diye düşünüyorlar, çünkü geriye dönüş Contemporary fuarları gibi anlamsız olacaktır. Hiç düşündünüz mü şiir niçin böyle yıkıntıya uğramadı, çünkü tecimsel değil. Gelecek: çağdaş müze depolarında saklanan milyonlarca anlamsız objenin “autodetruction”u olacaktır, plastik misali!


5)Covid-19’un belirmesiyle birlikte bambaşka hayatlar yaşamaya başladık, her gün dünya çapında bir sürü insan ölüyor. Ve bu ölen kişiler sadece bir rakamdan ibaret değil, onlar belki de bedenlerini bırakıp ruhlar alemine konuk oluyorlar. Utku Varlık’ın yaklaşımıyla “ölüm” nasıl ifade edilir?

5- 1980 yıllarında İstanbul Urart Sanat Galerisinde yaptığım bir sergi nedeniyle dostum Emin Çetin’nin Cumhuriyet Gazetesi için benimle yaptığı söyleşide: “…ölümün, benim için sürekli yaşadığım bir sanrı olduğunu, ta çocukluğumdan beri; babamın erken ölümünün, sepia fotoğraflardaki hüzünün, tatile giderken annemin evdeki tüm mobilyaları beyaz örtülerle kapladığında, evden çıkarken evin de belki geçici bir ölüme yattığını düşündüğümü anlatmıştım, İlginç, o zaman Cehof’un “Vişne Bahçesi”ni okumamıştım; daha ilginç 1972 de Bergman’nın “Çığlıklar ve Fısıltılar”ında da Çehof’dan hareketle mekanın, terkedildiğinde ölüme yatması; Munch’un çığlığından Bach’ın raquiem’ine sanrı’nın ölüme dair içeriği! Bence “ölüm bir kurtuluştur”

6)Sanrı sergisinin pandemi sürecinde gerçekleşmesi bir tesadüf mü?

6- Kim düşünebilirdi bunu, biliyormusunuz ben telepati’ye inanırım, bu konuda yaşadıklarımın çoğunu anlatmadım kimse inanmaz diye. Sergi hazırlığım, resimlerimin bitmemiş olduğu inancım beni serginin bir nedenle erteleneceği sanrısına zorlar ve de olmadık absürt şeyler düşünürüm! Bu kez yine düşündüm ne yazık “virüs” değil di. Kanımca kurgubilimi meslek edinenler de bu kez çuvalladılar’

7)Evrenin bizimle konuştuğunu varsayarsak, dilini yeterince iyi anlayabiliyor muyuz?

7- Başında söyledim, bu dili gerçekten konuşan çok, belki bilim adına, kurgubilim adına ama bugün beni sürekli şaşırtan hergün yeşeren olağanüstü bilginin bakış açımızı zorladığı, herkesin buna yaklaşımında kendi bilgi çemberinden çıkamaması; eksik olan “düş kurduran, prizmatik görme kurgusu” yani gerçekle kurgunun içine geçişi! Ben onu tanımlarken yalnız uzağa, sonsuza bakmıyorum, beynimizdeki geçmişe dair katmanları, belleğin derinliklerindeki uçurumlarda da dolaşıyorum, kanımca bu “Sibylle”lerin konuştuğu bir dil; bizim gezegenin öteki canlılarının da konuştuğu dil, onlara sormadık “evren” üstüne ne düşündüklerini! Yalnız eski mısırda, Herodot’un da gezip gördüğü Bubastis kentinde Bastet kedileri ve onlardan Evreni ve geleceği öğrenen rahiplerin yaşadığıbir gerçek!

8)Pandemi sürecini yaşamımızın sebebi, varoluşsal bir uyarı mıdır? Sosyal bir deney mi, yoksa evrenin bize yakarışı mı?

8- Bu kısa yaşantımda, genellikle her şeyi yaşadık ve gördük; belki harplerin içinde değildik ama 50 yıllarında köyünün ötesinde ne olduğunu bile bilmeyen askerlerimizin Kore’den nasıl döndüğünü, Vietnam’dan tutun da Orta Doğu’da yaşana cehennemi, yakın ülkelerdeki amansız iç savaşları günü gününe yaşadık! İlgi alanlarımdan biri de: Orta çağ ve engizyon olduğu için o çağların  yaşadığı salgın hastalıkları ve nedenlerini bildiğimi sanırdım! Bu gün yaşadığımız tüm dünya olarak kanımca belki insanın yaşadığı en büyük toplu “SANRI”, bence, bu uyandığımızda bitecek bir “karabasan” değil; artık onu tutacak bir gücümüz kalmayan, yavaş yavaş elimizden kayan  bir “Biospher”, aniden çoğaldığımızı farkına vardık!



9)Doğaya verdiğimiz zarar, hırs ve açgözlülük sonucu evren tarafından “Covid-19” salgını ile cezalandırılıyor olabilir miyiz?

9- Doğayı ters yüz eden yine “cehalet”, aptalca savunduğumuz “insan hakları” ve de hiç bir zaman tanımlayamadığımız “demokrasi”! Varoluşumuz kültür adına eşit değilsek, bakış açımız nasıl aynı olabilir? Bana güzel’i tarif et desek, gelecek yanıtlar sizi şaşırtacaktır; işte insana dair bu “büyük sapmalar” ve “decadance”, kültürel ve ekonomik sığlaşma, “..acaba İNSAN mı” sorusunu bize ileten bu çağ; bir kader mi? Daha bitmedi!

10)Baudelaire’in ifade ettiği gibi “Düşlerin tek gerçeklik olduğuna inananlar” bu düşlerini nasıl gerçekleştirebilir?

10- Söz ettiğim “biosphere” aynı zamanda bireysel bir atmosfer’dir; bursum bittiğinde bilerek Akademi’ye dönmedim; başkalarının belki fark edemediği, duyamadığı alarmlar, “paradoksal düşlerim” ve de içimdeki Bastet kedisi beni uyarıyordu, 80 yılları ve “Apocaliptik Ceza Sömürgesi”’ne dönüşen ülkenin Kaos’da artık kimsenin düş görecek gücü kalmamıştı! Moral: düşlerimizi gerçekleştirmek için, yine insanın önce özgür olması gerekir. Kısa bir öykü: 80 yıllarında Sander yayınevi Marquez’in “Yüzyıllık Yalnızlık” kitabını türkçeye çevirtmek için Can Yücel’i arar, Can Adana’da hapistedir; tamam der ama 60 sayfa çevirdikten sonra hapishane koşulları nedeniyle vazgeçer! Sander kitabın çevirisini acele bitirmek için Seçkin Selvi’yi -Çağan- arar; o da Sağmalcılar Hapisanesindedir ve de kabul eder kitap çevrilir!

11)Salgın süreci sonrasında Türk sanat ortamında nasıl değişiklikler olmasını bekliyorsunuz?

11- Türkiye sanat ortamı: bunun gerçekten “virtüel” olduğunu bilmeyenler sanki virüs’ün onu silip süpürdüğünü zannetiler, oysa ekonomik nedenlerle özel galeriler çoktan kapanmıştı; nedeni daha çok bizim ülkemize özgü “ Müzayedeler” fenomeni olduğunu kimse açıkça söyleyemiyor! Virüs’ün açıkça yine dokunamadığı Müzayede evleri oldu; hemen satışlarını “on-line”e çevirdiler; artık “Lüks Kataloglar” ve de “Şık Otellerin salonlarını” kiralamak masrafından da arınarak Türk Resim Tarihini yazmakta devam ediyorlar. Şunu tekrar ediyorum; yaşadığım Fransa’da ünlü müzayede evlerinin işlevi genellikle resim değildir, yaşayan- aktif ressamların satışı çok nadirdir, galerilerin işlevine saygı duyulur. 

12)Bozlu Art Project’te devam eden serginizi henüz görmemiş kişilere neler söylemek istersiniz?

12- Bozlu Art Project kendi yapısında çok değişik ve aktif bir galeri, yeniden başlayan sergimin duyurusu Internet olanaklarında ve de basında halâ çok etkin bir durumda; eğer gelmek istemeyenler var sa onlara “zorla güzellik olmaz” diyorum


13)Pandemi dönemiyle birlikte dünya genelinde pek çok galeri, müze ve fuar online sergiler düzenlemeye başladı. Dijital ortamda sergi takip etmeyle ilgili düşünceleriniz neler?

13- Dijital ortamda sergi de galeriye bir çağırı, orijinal bir tuvalin, bir desenin albenisi çok başkadır, yine müzayedecilere dönersek: sattıkları resimlerin görselleri çok kötü; nasıl olur da, büyük paralar vererek bunları satın alırlar! Şunu da açıklamada fayda var; genç kuşaklar bilmez: 1970 yıllarına kadar resim satılmazdı, İstanbul’da iki galeri vardı ve de eşi dostu çağırıp, resimlere bakılıp, sanatçı kutlanır, bir kadeh “Güzel Marmara” içilirdi şerefine.

14)Fizikselden dijitale doğru çok hızlı bir dönüşüm yaşıyoruz, tıpkı “Sanayi Devrimi” gibi bu dönemde bir “Dijital Devrim” olabilir mi?

14- Bizim kuşak bu gelişim sürecindeki tüm evreleri yaşadı ve bugün yaşadıklarımız hiç bir hayalin erişemeyeceği bir yerde ve de bitmedi, örneğin: bir tuval bittikten sonra onun görselini çok büyük bir çözümlülükte çekebilmek, ve bir saniye sonra bir galeriye ya da dergiye ulaştırmak, yazdığınız roman, çektiğiniz bir video, izini yitirdiğini biri, merâk ettiğiniz bir konu vs. Eğer bir telefonun içerindeyse. Burada söz biter!

15)Bu dijital dönüşüme siz adapte olabildiniz mi? Ve bu değişim sizce nasıl sonuçlanacak?

15- Biraz geç girdim ama iyi yakaladım; bilmiyorum başkalarını ama beni “merâk” yönetir; işte bu çağı tümüyle özümlüyorum. Internet’de sürekli yazdığım bir Blog, bir galeri gibi kullandığım “İnstagram”, istediğim gibi dialog yaptığım “Twitter” daha neler! Ötede belki bir dış görünüş olarak absürt, örneğim metro’da kimse kimse’ye bakmıyor, gözler yarı inmiş; herkesin elinde bir aygıt, kitap, gazete okuyan yok; kişisel sığlaşmanın kapısı açılmış onu yöneten ilgi alanları başka virtüel bir ufuk çizgisine doğru hızla kayıyor. Bence bu 5. Boyut’un insanı götüreceği yer belki bir değişim; başka bir “METAMORPHOSE”, bilinmez!














 



































Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BİR MÜZEDE OLMAK YA DA OLMAMAK - LEVENT ÇALIKOĞLU

UTKU VARLIK - SANAT AYRICALIKTIR / HELİN KAYA

GÜLÜNÇ BİR ADAMIN DÜŞÜ - BEDRİ BAYKAM