DÜŞLERİN GERÇEK OLDUĞU BİR DÜNYA/ Utku Varlık-Elvin Vural/milliyet Sanat





1. Utku bey, yeni serginiz Sanrı, pandemi nedeniyle açıldıktan kısa bir süre sonra kapanmış 15 Haziran itibarıyla şimdi yeniden izleyiciyle buluşuyor. ‘Düşlerin tek gerçeklik olduğuna inananlara’ açılan bir pencere bu sergi. Peki bu dünya kimin, ne hakkındaki sanrılarından oluşuyor; bu dünya sizin iç dünyanızı mı yansıtıyor? 

1- “İnsana dair” yargılarımız genellikle ne kadar sıra dışı ise, bireyin iç dünyası ile “algı” motifini yaratan dış unsurlar o denli bütünlük içindedir. Düş’leri bir asır önce “psikanalitik” çözümlemelerle deşifre ederken bir şeyi unuttuk, herkes kendi peysajının içindedir, belki motifler benzeyebilir ama insan tekildir. Freud’e göre düş.: “bilinçdışı ŞEY’LERİ canlandıran bir yerdir”; işte resim’in sinemanın, literatürün işlevine geldik. Benim yaptığım resim, tam anlamıyla “Figuration Narrative” yani “anlatımcı figürasyon”, belki “Visioner” ya da benim çok etkilendiğim “Fantastik Realist” lerin de etkisinde kaldım, çünkü  bu Viyana’lı ressamlar: Hausner, Fucs, Anton Lemden bence pentürün ve Tempera’nın büyük ustalarıydı, kendilerinden taviz vermediler ama resmin merkezi Paris’de 50-70 yılları ne onların bir tek sergisini ne de bir galeride asılı tuvalini gördüm; nasıl olur? Öylece Hausner’in resmi bazılarınca itilmiş, farkında olmamak isteğiyle resim kitaplarına girmemiş se “resim piyasasını” kontrol edenler “yalama ve yalıtılmış” pentürü, sırandanlığı pazarlarken belki onun farkında bile olmadılar ama bir özür değildir bu, ben onu Hayal müzelerimde en iyi yere astım. İşte benim baktığım pencerenin gizemi; insanın kolay anlayamayacağı bir şey yapma, belki bir fısıldama, boş mekanlar ve uzak peyzajlar, ışık alanlarına açık; kırılmalar içeren; bu mekandaki kadınlar - güzel’e gönderi - belki ölüme! Yer yer karanlık uçurumlar, derinlik  - siyah/beyaz çalışmalarım - yalnızlığa özgü, ephemer bir kurgu içinde anlatmak. Yine dönüp dolaşıp Nietzsche’ye geliyoruz. “ ..uçurumun dibine uzun süre bakarsan, bil ki o da sana bakıyor!”


2. Sergide yer alan eserlerin üretim sürecini merak ediyorum. Fikir olarak nasıl yola çıktınız ve ne kadardır bu sergi için üretim yapıyorsunuz? 

2- Üretim sürecinden öte resim: bir sürekliliktir, yaptığım resimde genellikle aynı yerlerde dolaşıyorum; narrative- anlatımcı ama bir kurgu içinde anlatmak, büyülü bir düşünce geliştirmek; gördüğümüz, okuduğumuz ve yaşadığımız yani beni kisi “anakronolojik” bir yolculuktur. Aklın bu yeni arayışları, telepatik bir iletişim ister; fiziksel dünyaya ilişkin tüm algılar bir düşünce üretmek zorundadır. Bendeki “öznel zaman”, aklın bu yeni algılanışlarıyla bir yaratma edimlerine dönüşür. Sergi fenomeni bende, her zaman “zamana uymak” adına bir panik yarattı, sanki uykuyu bölmek gibi, hiç bir zaman kendimi hazır hissetmedim, 50 yıldır! Çünkü resim hiç bir zaman bitmez!

3. Sergide bir de video var. Bu video sergi özelinde nasıl bir rol üstleniyor? 

3- Zamanın değişimi ve teknik olanakların sanata katkısı: bu sergiyi destekleyen “video” bence çok öğretici; -kim bir ressamın atölyesine kapıyı çalıp girebilir? - bence sanatçının kendi “intérieur”ü yaptığı resmin bir aynasıdır. Ressamın kendi resmini tamamlayacak başka olguları, katalog ve kitabın yanı sıra “transreal” bir sinema gerekiyordu ve oldu ve benden istenen kendimi çekmek işlevi bana unuttuğum sinemacılığımı tekrar anımsattı; bir ıphone telefonla harika imajlar yaratabilmek, işte 21. yüzyıl.

4. Bu sergi yıllardır sizi etkileyen yazar ve şairlere bir saygı duruşu niteliğinde bir yandan. Bu yazar ve şairlerle hayatınızın hangi noktasında gerçek veya mecaz anlamda tanıştığınızı anlatır mısınız? 


4- Kitabımda da çok anlattım, yaşadığımız “geçmiş zaman” sanki varoluşumuzda kristalleşti; “düş bozgunları kuşağı” diyebileceğimiz bizim kuşak, başından sonuna her türlü “entrikaların” döndüğü bu güzel ülkenin en güzel 60—70 yıllarını yaşadı ayrıca İstanbul’un diyebilirim. Bugünkü “kaos”u yaşayan genç kuşaklar o İstanbul’un albenisini ne yazık düşleyemezler, bu ancak yaşanmakla olur kanımca. Bir kentin dinginliği, yaşayanların huzuruyla eş orantılıdır! Akademi başka alem;  düşünebiliyor musunuz her akşamüstü yazar, çizer, düşünen tüm dostlarınızla beraber olmak, uzun masalar sanki benim üniversitelerimdi!, Örneğin Nahit Hanımın masaları, 1970 de ben gittikten sonra da sürdü, Edip Cansever, eşi Mefaret hanım, Orhan Veli’nin Kızkardeşi Firuzan Yolyapan, eşi İbrahim vs. Ne güzel insanlar, büyük bir aile; kadim dostum Aziz Çalışlar’la yaşadıklarımız, sanal bir bellek değil, zaman onları bir türlü süpüremiyor!

5. Türkiye sanatı için 1960’lar altın çağ olarak anılır. Siz de bu dönemin son ressamlarındansınız. Durduğunuz yerden bakarak, günümüz sanatı hakkında neler söylemek istersiniz? 
5- Bir yazımdan alıntı yapayım:
NEONLA YAPILAN ATRAKSİYONLARI, TÜM ÇÖPLERİ, VİDEOLARI, TAŞ, TOPRAK, ALÇI, KUMAŞ ,TEL, KABLO VS. DA AZ GÖSTERMEYE ÇALIŞTIM AMA GÖRDÜĞÜM KADAR "CONTEMPORARY" AĞINI ÖRMÜŞ, PARA HERŞEYİ YÖNETİYOR VE DE BURAYA AKIYOR HİÇ BİR MANTIK GÖSTERMEDEN, HİÇ BİR HESAP YAPMADAN.  BEĞENİNİN ÖTESİNDE VE DE GÖZÜMÜZÜN ÖNÜNDE YAZILAN 21 YÜZ YIL GÖRSEL SANATI, HER YIL AÇILAN 30 YENİ MODERN MÜZE, O KADAR FONDATİONLARLA BELLEĞE YAZILIYOR. KENDİ VAROLUŞUMLA HİÇ BİR DUYUSAL BİR İLİNTİ BULAMIYORUM. BUNU "MANUPULER" EDENLERİN DE AMAÇLARINDA, SANAT YAPMAKTAN ÖTE FUARCILIK, ALIŞVERİŞ MERKEZİ ARZULARININ DAHA AĞIR BASTIĞI BİR GERÇEK! TÜM BUNLAR DÜŞÜNMEYİ, DÜŞ GÖRMENİZİ ENGELLİYORSA, BİZ YİNE PENTÜRÜMÜZE, ŞİİRİMİZE, YAZIMIZA DÖNELİM, USTALIKLA YAPILMİŞ SİNEMAYI VE DE BAROK MÜZİĞİMİZİ DİNLEYELİM, ZORLA GÜZELLİK OLMAZ! 
        


6. Sizin için ‘iyi sanat’ nedir, ‘iyi sanat’ var mıdır? Peki ya ‘iyi olmayan sanat’ hangisidir? 

6- Her zaman söyledim bir şairin işlevi neyse; ressamın da metaforu aynı çekim alanındadır, bir resim açıkça bir alış-verişin sonucu, kendiliğinden bir süreçte oluşur; Diyalektik bir dönüşüm, ressamın künyesidir. Kültürel bir synergi içermeyen resim, betimlemeden uzak bir “boyamadır”. Modernlik fenomeninin ters-yüz ettiği resim sanatı açıkça bir “derinleşme özürlü” bir banaliteden başka bir şey değildir!

7. Neredeyse 50 yıldır Paris’te yaşıyorsunuz. Burayı (İstanbul’u, Türkiye’yi...) özlediğiniz hiç oldu mu? Sıla hasreti devam ediyor mu, yoksa memleket çoktan Paris oldu mu? 

7- İsteyerek yaptığım bu seçim, belki ileriyi görmem adına yaptığım en sahici bir karardı; 70 den bu yana nasıl bir ülke kararır ya da karartılır, kimin dümen suyundayız, mitolojik kötü bir düş misali “kader” mi, hangi yazgı bu kadar acımasız olur? Dünyanın en güzel dört denizinde, ikliminde,  bereketli topraklarında bu kadar gariban olunur? “Ben özgür bir insanım” diyemediğiniz zaman çekip gidersiniz ve de gittim ve burada özgür bir insanım, ne yazık ülkem bana kendini özletmemek adına elinden geleni yapıyor!









Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BİR MÜZEDE OLMAK YA DA OLMAMAK - LEVENT ÇALIKOĞLU

ŞARLATANLIKLAR - 1 /. SPERMAN