MOR ÖTESİ DOSTLUKLAR 2

 


MOR ÖTESİ DOSTLUKLAR 2


Geçenlerde Yahşi Baraz WhatsUpp’dan iki görsel göndermişti, imajlar nasıl çekilmiş se karanlık ve anlaşılması güçtü ama ben kanımca 1976 yaptığım bu iki resmi anımsadım; bana bunlarım benim yaptığımı kanıtlamamı istiyordu; ben de daha net çekilip, göndermesini istedim; gönderdi ilişikte benim imzamı gerektiren bir belgeyle; ben de imzalayıp yanıtladım. Bu resimler kimden geliyor, amaç ne, kendisi mi alıyor; katiyen bir bilgi yok!


Bugün yine Yahşi’den bir mesaj ama bu sözünü ettiğim resimlerle ilgili değil, gönderdiği video, Prenses Fahrel Nissan Zeid’in Ürdün’de bir yaş gününde çekilmiş, akordeonlu anlamsız bir gönderi; sinirlendim! Benimle dalga mı geçiyor?


Alışmıştık: resim satış trafiğinin en sıkışık olduğu dönemlerde Yahşi Baraz’ın müzeleri, büyük koleksiyonları donattığı yıllar; resimler bir ışık hızıyla dağıtımda; işte o yıllar resimlerin kimliği konusunda kimse kafa yormazdı ama ne zaman müzayede satış evleri, koleksiyon, retrospektif endişeleriyle resimlerin kimlikleri aranmaya başladı, işte bu büyük dönüşümde kitap, katalog histerisi belki öteki ülkelerin çok üstünde geçmişti; Fransa’yla kıyaslıyorum!


Geçmişine gelince: Bir Türk resmi kaygısıyla köpüren, bir kaç yıl içinde parasal olmadık boyutlara ulaşan bu fenomen, 70 yıllarının ortalarında onlarca galeri, koleksiyonerle başlayıp, daha büyük yatırımcıların ilgi alanına girince “müzeciliğe” dönüştü; işte başında beri bunun farkına varmış  tek adamdı Yahşi Baraz, Akademi yıllarımızda Seramik atölyesinde çalışırken bir gözü de bizim resim bölümündeydi. Pentür “Sunami” siyle Kurtuluş’ta aileden kalma devasa taş binayı galeri, büro olarak düzenleyip, art- Dealer, danışman, galerist, kompetan vs. olarak kurguya başladı.


Resimlerin “vernisage” dan bir kaç gün önce satıldığı yıllarda ve de büyük bankaların bu oyuna girişiyle, eski paşaların resimleri de olmadık boyutlara ulaşmıştı; kime yetişeceksin? Paris’dekilerden bir haber yok daha ama; Müşerref Şerbetcioğlu’nun 60 yıllarının sonunda Beyoğlu’da açtığı,  - Mimar Abdurahman Hancıoğlu -  bu harika galeri kısa bir süre yaşayıp, banka’ya dönüşünceye dek iki, üç sergi yaptı ve de ilk sergi Abidin Dino, sonra Selim Turan’la Paris’de devreye girdi.


Paris deyince ilk akla Fikret Mualla geliyordu; kimsenin gözüden kaçmadı bu paranın resme aktığı yıllarda, sanki “altına hucum” misali ,uzun süredir Paris’e gelen diplomatların bize ilk sorusu: -“nereden bulabilirim?” Onun bohem yaşantısı, yaptığı resime bakmak gerekliliğini bırakmıyordu; neden se bohem ve serserilik sanatta bir “light motiv” dir. Tüm Paris yaşantısında onun resimlerini toplayıp, ölümüne dek koruculuğunu yapan Madame Angles, Mualla’nın ölümünden sonra koleksiyonunu “Hotel Drout”da satışa çıkardı, katıldığım ikinci satışta salon hıncahınç Türk’tü, o günün tüm zenginleri adeta kapıştılar!


Yahşi Baraz’ın projesi bu aç piyasaya major ressamlar empoze etmekti; tartışmasız Müzayede satışlarında, deynekcinin “ ..bir şaheser daha” diye bağırdığında herkesin elini kaldıracağı, ve onların lüks kataloglarında kapakta görselin üstüne büyük puntolarla “baş eser” yazacak. Prenses Fahrunisa, Burhan Doğançay, Nejat Devrim, Ömer Uluç, Mehmet Güleryüz. İşte üstelik de bir müze oluşturmak isteyenlere malzeme!


Kurtuluş’daki galerisinde yaptığı sergilerde o kadar titiz değildi ama galeri bir değirmen gibi çalışırken, genç ressamlara da şans vermek, belki tutar; niçin olmasın! O yıllar daha “Contemporary” söz konusu değil, çoğunlukla fuarlar giderek daha çoğalan galerilerle dolup taşıyor, Yahşi’nın standları her zaman ayaküstü ve seçkin. Onun düşü arada sırada dolaştığı Amerikan galerilerindeki snopluk, belki oradan bir iki sanatçıyı da buraya getirmek, galerisini “international” kılmak!


Çok eski dostluğumuza değin hiç bir zaman onun çekim alanında değildim, İstanbul’a geldiğimde bana - “..uğra konuşalım” dediğinde, bir kaç kez uğradım. Bu devasa binada bir şirketin içeren devinme beni her zaman şaşırttı; kitap ve objelerle tıklım tıklım mekanında bürosunda bir “noter” görünümünde sanki seni dinlemiyormuş algısıyla konuşup her kez Paris’e dönerken yanlızlığımı kutlardım uçakta bir kadeh şarap içerken.; bizim okullarımız meyhanelerdi, orada konuşup, sanatın kurgusunu yapardık; gel görüşelim dendiğinde sorumuz “nerede” olmalı!

Bu kısa yazımın nedeni Yahşi Baraz’ın bana WhatsUpp’da - “bu resimler senin mi?” den sonra hızla resimleri içeren belgeyi gönderip, imzalayarak ona geri dönüşümünü gerçekleştirdikten iki gün sonra bu iki resim Artam’da müzayedeye çıktı! Çok kızdım ve kendisine yazdım: bunu bilseydim bu 1976 tarihli resimlerime “hatırlamıyorum” deyip geçiştirebilirdim ne yazık. Son aylarda Prenses Fahrunisa Zaid hanım üstüne önemli bir promotion yapan Yahşi Baraz’ın kanımca müzayededen gelen üç kuruşu gözlemediğine inanıyorum

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BİR MÜZEDE OLMAK YA DA OLMAMAK - LEVENT ÇALIKOĞLU

ŞARLATANLIKLAR - 1 /. SPERMAN