EMİN ÇETİN'NİN BLOG'UNDAN " FRAGMENT'LAR "
e postayla kendisine gönderdik. O da bloğunda
yayımladı. Daha sonra katalogdaki resimlere geçtik;
bu eserler hakkındaki düşüncelerimizi burada şimdilik
ham haliyle paylaşıyoruz; belki daha sonra kullanırız..
http://utkuvarlik.blogspot.com.tr/2014/10/bir-sergiden-tablolar.html
Utku hoca, resimlerini oluşturmada kullandığı
kolajımsı tekniği herkesten bir sır gibi gizler.
Gizlemenin cazibesine kapılanlara yardım için
pandoranın kutusunu açacak olsak, bir resim
sergisinden etüdler izledikleri sananların hayallerini
yeksan ederdik. Özellikle dönemdaşı ressamlar
kutudaki ganimeti çok değerlendiremezler; aksine
arşivlediği kaynaklar üstünden bir itibarsızlaştırma
kampanyasını her fırsatta sürdürürler. Bizce bunlara
mahal vermemek gerekir. Malzemeden önce mal,
sanattaki sermaye, kişisel birikim ve yaratıcılıkta
hayal kudreti önemlidir. Yayın balığı, deniz
kaplumbağsı, istakoz, belki de yengeç; bir sanat canlısı
olarak Utku Varlık'ı, zenginliğini, birikimini sırtında,
haritasını kıvrım kıvrım derisindeki katmanlarının
genetiğini içeride, mistik gözlerini hücrelerinde taşıyan
bir deniz dibi kabuklusu gibi değerlendirmemiz
gerekir..
Bizler maddenin ne olduğunu bildiğimizi sanırız. Ancak
onun, gizemini çözmekten aciz olduğumuzu ve onların
metafizik bir dünyanın havai fişekleri, beyin denilen
organdaki yer işaretleri, nirengi çubukları olduğunu
görmezden geliriz. Kozmosun maddesizlikten maddeye
d.nüşmesi; metafizikten fiziğe geçişteki sınırların belirgin
olmaması yeterince gizem barındırır. Utku Varlık'ın
resimlerine bakınca rüyaların bir dükkanı olabileceğini
düşündüm. O, kesip kırkarak fizik alemden metafizik
tahüyyüle iade ederek onları arşivliyor. Nereden temin
ettiği, nasıl yaptığından önemlisi onun düşlerini bize
gösterebiliyor olma becerisidir. Rüyaları bir koleksiyoner
heyecanıyla zihin ambarında istiflenmiş. Kişiselleştirdiği
görselleriyle simülasyon, sanatın tüm göstergelerine sahip
olduğu halde, sanata değil onun realitesine, metafizik
gerçeğin 'şimdiki' zamanına dair eterik hikayeler anlatıyor.
Bu epik anlatının bütünüyle şahsi mi şahsi -ona ait- suptil
bir oyun olduğunu g.rüyoruz. Bana sorarsa o, aslında
resim değil, onun tüm materyal ve araçlarını kullanarak
bir başka boyutta kavramsal sanat yapıyor. Bunu hem
kendine hem de topluma (alışagelen haliyle sanat tarihine)
anlatmanın zorluğunu da çekiyor. Bence performans,
yerleştirme, kavram dese kurtulacak. Ne ki başkalarının
resime değil ona ve yaşamı tehdit eden realitesine nasıl
bakacakları konusunda ipuçlarını sanat tarihinde değil
belki hayatı oluşturan fenomenlerin nöral aktivitelerde,
psiko, sosyo, ontologilerin bulanık biliminde ve
hafızanın/hafsalanın rastgele ilişkilerinde gizli. İzleyiciler
resime baktıklarını sanıyorlar; yargılar da burada
çatallaşıyor. Resim ve görseller sadece onun
harfler/kelimeler yerine kullandığı malzemesi, alışagelen
teorilerle zihinsel verilerinin pratiği, şahsişeşen hikayenin
akışı ve sonucu arasında tutarlı bir ilişki olmayabilir. Hiç
önemli değil; düşlerde de tutarlılık aranmaz. Bunlardan
önemli olan onun zihinsel faaliyetindeki yarattığı praksis.
Zihnin içinde 'ben' adında bir fail var mı; yoksa tüm
imgelerleri darmadağan eden isyankar bir ruhun
faaliyetleri, metafiziğin reel dünyaya tepkisi, hezeyanları
mı? Bu da önemli değil. Fiziğin mi, metafiziğin mi asıl
gerçek / daha gerçek olduğunu bilebiliyor muyuz? O,
rüyalarını geleneksel malzemeler kullanarak anlatıyor.
Bunu sergi salonuna yerleştirdiği eşyalarla, rüzgar yahut
seslerle, insanlarla da yapabilir. Ya da film yahut
romanlarla. Ancak izleyicinin dikkatli bir okur edasıyla
senaryoya yoğunlaşması gerekirken başka alışkanlıklar
alışkanlıkları olan zihni dağıtıyor. Böyle bir resimde eğer
aranan malzemedeki görseller, çizgideki ustalıksa o zaman
asıl 'gerçek' olan tortulaşmıştır. İzleyici denilen birey,
agresyonunu kendi hayallerine yönelterek adına Utku
Varlık sergisi denen bu gösteriye, bu rüya performansa, bu
keyif verici oyuna istediği anda iştirak edebilir. Konu uzun
; bir başka yazıda yine yazmak gerekir..
Çağa ait bir hastalık olan normallikten
mustarip olanların uluorta fikir beyan
etmesi zor. Onca çalışmayı görmezden
gelen kültür medyası, Utku Varlık'ın 50
yıldır Paris'te, sanatıyla hayatını
kazanan önemli bir temsilcimiz olduğunu
unutmakta ısrarlı.. O, gerçek anlamda
Türk resminin kara kutusu. Şartlı
reflekslere sahip malum gazete editörleri
cemaatçiliklerden ve mahcup
angajmanlardan vazgeçip bu yaşlı ustayı
eğer konuşturabilselerdi, kazanan Türk
sanat tarihi olacaktı.. 'Mazeretim var;
asabiyim asabi!' dediğinde kaybeden
önce gazetecilik ve meslek ahlakı oluyor..
http://utkuvarlik.blogspot.com.tr/2014/10/konusma_21.html
Türk resmi diye bir şey yoktur; çünkü
resmi başkalarından öğrendik. Ben
Flaman ustalara bakmışsam, bu, onların
içeriğinden çok tekniğiyle ilgilidir. Ayrıca
benim resmim bir amalgamdır; bir alışveriştir,
tek kaynağa değil, anlatıma, şiire ve de onun
mistisizmine dokunur diyor kendisiyle yapılan bir
röportajda.
mistisizmine dokunur diyor kendisiyle yapılan bir
röportajda.
Yorumlar
Yorum Gönder