MOR ÖTESİ DOSTLUKLAR

Utku Varlık  Fragment'lar  tuval 1994
Bu ay Bozlu Art Project' de açtığım sergi öncesi, katalog ve basına ulaşacak sergi içeriğiyle ilgili konuşmamızda Özlem İnay, anlatımdaki bir cümlenin altını çizdi; bu söz yaşantımdaki geri dönüşlerdeki bir hayal için söylediğim: " resmi özlediğimiz yıllar " olarak, 60 lı yıllara bir göndermeydi; dostluklarımız da o kadar özgündü o yıllar; parasızdık ama umut doluyduk, yalnızdık ama birbirimizi kollardık, Güzel sanatlar Akademisi ve hocalarımız da bir güvenceydi; yani " bir genç ressam olarak sanatçının portresi", odak noktamız sanattı, söylemek istediğim. Bu kez  geldiğimde hep arayıp, hiç bir kitapcıda bulamadığım: Ressam Turhan Erol'un bir dönem yazışmalarında, çok yakın dostlarından aldığı yanıtları içeren " Gözlerinden Öperim " kitabını da Özlem bana hediye etti. Kitabı hızla okudum ve de telepathi'ye inancım daha da güçlendi. Örneğin kitapta tüm mektuplar ; açıkca " resmi özlediğimiz yılların" yaşadığımız gerçeklerin ve o ortamın belgesel, gerçekci, yaşanmış kısa öyküleri olarak söylediklerimi kanıtlıyordu. Akademi'nin 1951 kuşağı, daha çok Bedri Rahmi atölyesinin genç ressamları olarak hocalarına bağlılıkları; okul sonrası sürdürdükleri dayanışma çok ilginçtir, oysa biz 15 yıl sonra aynı atölyeden bu denli arkadaş bağıntılarıyla çıkmamıştık. Bu mektuplardan öğrendiğimiz; 50 li yıllardaki yaşama sıkıntılarının, okul sonrası yalnızlığın gerçekten acımasız olduğu kadar, Adalet Cimcoz'un Maya Galerisi, Amerikan Haberler Merkezi, Devlet Resim Heykel Sergileri de dışa açılımda yetersizliği, resim malzemesinin yokluğu, kitabın lüks ve bulunmaz, yaşanabilecek çıplak bir odanın da harp sonrası İstanbul' da bir hayal olduğunu bu mektuplardan öğreniyoruz. 10-1-1953 de Bilge Karasu'nun mektubu:
    "..Kitabını aldım, mektupla birlikte gönderiyorum. Füzen almak için dün, -ressamlara ait malzeme satan- bir Fruhterman'a gittim, yokmuş. Şimdi Babiali'ye çıkıp arıyacağım. Mektubu da yollamış olacağım için füzen bir gün gecikirse meraklanma."
O yıllar herkesin hayali Paris olsa da Bedri Rahmi Eyüboğlu Paris'den yazıyor;

" Paris'teki arkadaşların durumu bu sefer beni daha çok şaşırttı. Bizim atölyeden gidenlerin içinde resme çalışan yok.. Cafer'le Vivet'in hali perişandı, 59-60 yıllarında değil resim yapmak, sergilere gidemiyorlardı. Eee..Paris bunun neresinde?" 
Orhan Peker'in mektupları, kendi kişiliğinin ta kendisi;

"..Çok ihtiraslı bir kız Nevin. Sergi açıyorum. Bir gel önceden gör dedi. Gittim seke seke. Çoğu eski püskü resimler. Konkur resmini de almış mektepten.Yalnız bir peyzajı vardı güzeldi, renksiz, gri ve şiirli bir resim. İyi, hoş dedim, başarılar dilerim. Tam o sırada Nuri (İyem) geldi içeri. Nevin'i görsen. "Hoca, aman hoca, ne buyrulur hoca..." Şaşakaldım. Kim hoca, yahu Nuri'nin neresi hoca... Benim bildiğim Nuri'nin son ismi Nuri usta! Belli etmiyeyim dedim, olmadı. O ve çömezleri çıkınca dedim ki: Nuri'yi neye böyle çağırırsın? Senin hocan değil ki? Ne mıymıntı insanlar var, diyeceğim kötümserlik olacak. Kız açıkladı: " çok insan adam, pazarları kafileyle geziler yapıyoruz. Oğlanlar, aralarına beni de alıyorlar. Bana değer veriyorlar. Beni tanıyorlar."
Bu cuma Maya'da Adnan Çoker'in sergisi açılıyor. Günler önce kapını duvarına reklam asmıştı. Non objektif tablolar gösterecekmiş İstanbul halkına. Üzerinde pelerin gibi pileli pileli bir prezervativ trançkot geçirmiş.Ortalıkta dolaşıyor herif. Tam non objektif kendisi de. 

22- kasım- 1955

.." Piyasada boya kıtlığı var. Zaman zaman böyle olur bilirsin. Gerçi ben son zamanlarda fazla çeşitli renk aramadım, ancak siyah-beyaz, diğer seçme renklerden bulunmuyormuş. Yarın Eminönü'ne, Babiali'ye gideceğim. İstediğin çeşitlerden temin edebildiğimi gönderirim. Boya yoksa yeni kitaplardan alacağım." 
1-Nisan -1956

..Gerçi içinde bulunduğumuz genel sıkıntı yalnız sanatçılar için değil. Toplum öyle. düzensizlikler yaşamamıza etki ediyor.Sen buna bir de içgüdülerimizi ekledin mi...Ne olur bunun sonu? Bir avuç sanatçı bibirlerini yer elbet. İki kişinin gerçekten seviştiği zor görülür elbette. Dedikodu diyemezler. Duymayan kalmadı. Bir ay önceydi galiba. Oktay Rıfat, Melih Cevdet Anday bir perşembe gecesi Bedri'yi ( Bedri Rahmi Eyüboğlu ) bir temiz dövmüşler. Resimleri, tabakları ve galiba, Bedros'un kaburgalarından birini kırmışlar. Tam rezalet!...Ben orada değildim. Dişimi sıktım, sormadım kimseye, uzak kalmaya çalıştım. Kendisi anlatıncaya kadar da böyle bir şeyden habersiz göründüm. Şimdi onu dinledikten sonra anlıyorum ki şaşacak bir şey yok ortada. Elbette boğuşacaklar, elbette en kepaze küfürleri edecekler. İki hafta sonra da Melih Cevdet diğer bir toplantıda Ataç'ı dövüyor. İhtiyar adam, canını zor kurtarmış.
Bu konuda benim de ilginç bir anım var ; 70 yıllarının sonunda Melih Cevdet Anday Paris'e öğrenci müfettişliğine kültür danışmanı olarak atanmıştı, bu belki büyük şaire son yıllarında hükümet tarafından yapılmış bir gönderiydi. 1979 da Rue Mazarine'de Galerie Monade'da yaptığım sergi süresince, yandaki café'de buluşup şiir konuşurduk, bunu Cumhuriyet gazetesinde yazmıştı. Bir gün kavgacılığını sorduğumda; "..eğer sözcükler işlevini yapamıyorlarsa, işte o zaman döveceksin, göreceksin ki konu anlaşılmıştır!"

Mustafa Esirkuş'un 31 mart 1973 tarihli mektubu Neşet Günal adına beni şaşırttı, Bedri Rahmi'nin Amerika' da olduğu dönemde 1961, bir yıl bizim atölye hocamız olmuştu. Benim belleğimde en dingin, eleştiri yaparken terliyen, kendi halinde bir kişilik, nasıl böyle bir değişkenliği içerir?

Merhaba Turancığım,
Bizler namusuz muşuz! Öyle diyor Prof. Neşet. (Neşet Günal) Sen, ben, o, Peker hep namusuz adamlarmışşız. Nedim Günsür'a gelince, o namuslu olduğu için çekip aramızdan almış!
Tartışma Adnan Çoker'in sergisinde başladı. Çiçek pasajında bir meyhanede son buldu. Daha doğrusu bir tartışma değil, belirsiz anlamsız bir çekişme idi. Çekişmeye yön veremedim . Çünkü adam zil zurna sarhoştu. Ya da sarhoşluğunu bahane ederek art düşüncesini kustu. Bana kalırsa Bedri hocanın talebelerinden oluşmuş bir bütün var. Az ya da çok bir bütün. Bütünü parçalamak ve bizleri birbirimize düşürmek. Kuşkusuz başka nedenler de var. Fakat beni asıl şaşırtan Nedim'in bu olay karşısında nötr kalışı oldu. Öyle ki Prof. Neşet'in koltuğunun altına sıkışmış bir hali vardı. Nitekim "sana yuh olsun" dedim. Şu hayvan adama karşı  bizim namussuz olmadığımızı savunamadın!" dedim. Sonra döndüm berikine "Sen tam bir yobaz ve boktan bir herifsin dedim" Masada A. Çoker ve karısı da vardı. Hayvanın ne istediği belli değil. Gah A. Çoker'e çatıyor, gah dönüyor bana çatıyor. " Ulan oğlum, sen istiyorsun? Önce bunu bilelim dedim. "Sen niçin yazı yazıyorsun? Adnan için de yazacak mısın?" demesin mi! Sonra Çoker'e dönüyor, " nedir o yaptıkların? Sergideki işlerinde ne anlatmak istiyorsun? " diyor.
17-10-1962 de Kuzgun Acar, daha önce Blog'da yazdığım "Çağdaş Türk Resim Heykel sergisi" nin Avrupa'ya çıkışıyla ilgili; Paris'de Müsteşar Celal Çalışlar'ının (eski büyük elçi) evinde, bu sergiye katılacak ressamların kendi aralarında konuşup, anlaşarak seçimini içeren gecede çıkan kavgaya değiniyor:

Buradaki ressam Türkler, önümüzdeki ay kesinleşecek olan Türk ressamlarını Batıya tanıtma sergisine, marazi bir titizlik gösteriyor. Resim Paris'de yapılır,Türki'yede yapılmaz saçmalığına düşenlere ( ki Çingene Hakkı -Hakkı Anlı- , Mübin -Mübin Orhon- ikilisi )
26-10-1962
On gün kadar önce Paris Elçiliği Müsteşarı Celal Çalışlar'ın evinde bir toplantı yapıldı, davet üzerine.
Abidin, Selim, Avni, Mübin, Hakkı Anlı dahil 20 küsür ressam ( not: Fikret Mualla'yı unutmuş ), Başkonsolos Talat bey ve ev sahibi Celal bey ne kadar efendi idiyse, bizim güruhun büyük bir kısmı o derece rezaletti, Toplantının sonu "Bunnel'in (Bunuel olacak) Viridiana (Vridiana) sındaki ziyafet sahnesinin aynıydı, espri ve olaylar zinciri olarak, Hasan Kaptan, Bayram, Aloş, Avni, Ferit (Edgü)
şimdi hatırlamadığım iki kişi daha zor durdurabildik.... Gece, dövüşler, hizmetciye saldırmalarla sona erdi.
Bu konuda daha detaylı bir yazıyı Blog'umda üç makale olarak 19/22/27-6-2013 tarihlerinde yayınladım. Sevgil Kuzgun'nun "hizmetçi" olarak anlattığı, Celal Çalışlar'ın diplomat olarak yabancı bir kadınla evlenememesi nedeniyle beraber yaşadığı İspanyol bir hanıma mutfakta yapılan tecavüzdür, o gece bu kavgayı ayıranlar olarak verdiği isimlerden biridir ve de hala yaşıyor! Ölümünden kısa bir süre önce Erdal Alantar'la yaptığım uzun konuşma sonucu, gerçek, yaşanmıştır.
Ne yaparsak yapalım dostlukların sahici olması çok güç; galiba "ötekine saygı" sınırları iyi çizilmiyor. Bu kez açıkca sergim nedeniyle eskiye dönük beraberliklerimizin kırılganlığı üstüne yanıtlar verdim, resimde neyi paylaştığımızı da bir türlü anlıyamadığım için olacak. Öbür yandan, gözümü kapayınca bazı güzel insanlar geliyor aklıma ve de özlüyorum onları.
.













Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BİR MÜZEDE OLMAK YA DA OLMAMAK - LEVENT ÇALIKOĞLU

ŞARLATANLIKLAR - 1 /. SPERMAN