kar yağıyor hayatıma

Selim İleri ' yi severim ; nostaljiden öte garip bir hüzünün yazarıdır , bu günü de yazsa ; ister istemez yaşanmışlığa dair " narrative " öge , şimdi yaşadığı anın ona bir sanrı olduğunu fısıldar,  geçmişten koptuğumuzda, ister istemez bir pişmanlık duygusu taşırız sanki ellerimizi bi türlü saklayamamak kaygısı , sürekli özür dilemek , niye niçin ? Uzak ya da yakın , bu sanrı benim de peşimi bırakmaz , çocukluğumda ve gençliğimdeki mekanlar daha huzurludur , doğa tümdür , dostluklar , aşklar , gök daha mavi , bulutlar daha beyazdır. Selim İleri'nin çocukluğundan başlıyarak yeni yetme yaşları ve sonuçta yazarlık serüvenin de katiyen yalnız değil ; onun merak alanları , sürekli ilişki kurmak , kişiliklerin çekinmeden kapılarını çalmak , onları tanımakla daha da zenginleşiyor . O yılların " Kelebek " ya da " Hafta Sonu " dergilerini karıştırsanız , sanki içinden çıkacakmış hissi veriyor.
Burada amacım bir kitap eleştirisi değil , "Kar Yağıyor Hayatıma" nın girişinde , bir dostunun yazdığı ressam Zeki Faik İzer kıtabı onu, sekiz dokuz yaşlarında Cihangir'deki Kumrulu Yokuş sokağına götürüyor ve o günleri de şöyle tanımlıyor ; " ...Chiristian Dior'lu , Hayat mecmualı , Vita Sana'lı günler , altatıcı güzel zamanlardı. ", bu arada da Türkiye de artık " küçük Amerika " olmak üzeredir Menderes'in sayesinde.  Zeki Faik 'de aynı sokakta oturuyordu ve ressam kişiliği mahallelinin dikkatini çekiyor ayrıca bir Fransız hanımla evli olması da çeşitli yorumlara yol açıyordu. Kısa bir süre sonra ressam , Selim İleri'nin de ilgi alanına girer ; bir binanın alt katındaki atölyede resim yapan adamı muhakkak tanımak merakıyla , mekana yaklaşmak , önce sephadaki  yarım kalmış resmi sonra da yavaş yavaş duvarlara asılmış resimleri , renkleri bir süre sonra da ressamın dikkatini çeker gizlice pencereden dikizleyen bu çocuk. Ressam pencereyi açıp atölyeye davet eder , resimlerini anlatır ona , " gün ışığı resmin kardeşidir "  der . Küçük çocuk birden sanata aşık oluyor. Öykü ressamın Fransız eşinin dramatik bir şekilde çekip gitmesiyle son bulur.
Selim İleri'nin bilmediği ; o yıllar, Zeki Faik İzer aynı zamanda Güzel Sanatlar Akademisi müdürüydü.
Buradan, tekrar dönmek üzere ; 60 yıllarına gelelim ki bu yıllar gerçekten Akademini en güzel yıllarıdır. Bizim yıllarımızda müdür Mimar Asım Mutlu'ydu , Akademiyi kültüre açıp bize bir " biosphére " yaratmıştı . Resim bölümünün beş atölyesi vardı , bizim Bedri Rahmi Eyüboğlu atölyesi Zeki Faik atölyesine bitişikti. Çalışmalara ara verildiğinde onun öğrencileri genellikle Zeki Faik'in resimlerini nasıl eleştirdiğinin taklidini yaparlardı ki gençliğinde Tanpınar'ın onu tarif ettiğinden hiç bir mimik değişmemiş aynen "...esmer, orta boylu , zayıf ; gözlerini kırparak konuşan " .
Bir gün Bedri Rahmi bana atölyeye gelen yeni bir öğrenci tanıştırdı , " .. reis Fuat benim eski bir öğrencim, başına gelen bir feleketten ötürü on yıl Akademiden uzaklaştı , kendisine saygı duyun , sorularınızla rahatsız etmeyin onu vs. " . Gerçekten Fuat bizden çok yaşlı oluşu ve suskunluğuyla atölyeye yerleşti.
O yıllar müzik aygıtları ; plak, çalacak hiç bir şey bulunmazdı . Bir Alman müzik şirketi , Alman Kültür Merkezinin yardımlarıyla  Akademiye bir önemli bir müzik seti bağışlamışlardı ve çıkan her plağı da gönderiyorlardı. Bir süre ben uğraştım ; cumartesileri müzik dinleme seansları vs. epey ilgi çekiyordu . Bir gün Zeki Faik bana müzik arşivimizde Beethoven'in " Missa Solemnis " plağının olup olmadığını sordu,olmadığını öğrenince de evine çağırıp , bu plağı bize ödünç verebileceğini ve de bu müziğin eşliğinde büyükce bir tuval boyadığını , onu da göstereceğini söyledi . Hocanın böyle bir atıfda bulunması şaşırtcıydı Evinde tuvali gördüğümüz gibi , Beethoven üstüne bir de konferans dinledik. Son eşi Sevim hanım,  ecza depoları olan zengin ve yaş olarak kendisinden  epey gençti, Zeki bey diye hitap ediyor , siz, efendim,yani saygı adına dışta gösteri , kendi aralarında aşk yapmağa dönüştüğünde nasıl olabileceğini katiyen kurgulamak güçtü. Plakla atölyeye döndüğümde , merak edenlere, Zeki Faik ' in taklidini yaparak anlatırken , Fuat biraz sararmış olarak bize çok merak ettiğimiz başından geçenlerin bir dökümünü çıkarttı, Zeki Faik'le ilgili olarak . 50 yıllarında genç bir öğrenciyken Zeki bey Akademi müdürü ve bir gün emniyete telefon ediyor " ...Akademiyi komünistler bastı, gelin toplayın " diyerek , gençlik kurumlarına üye olan bir sürü öğrenci  , Akademi'de sol eylem gerçekleştirmek adına , önce emniyete sonra da yargılanıp hapise atılıyorlar . Fuat, beş parasız , terkedilmiş derdini anlatamamış , uzun bir süre yattıktan sonra uzun bir yaşama savaşı veriyor ve Bedri Rahmi el uzatıyor . Biz " peki seni şimdi görmüyor mu , ne düşünüyor ? diye sorduğumuzda ;" ne yaptığının farkında bile değildi , biz öğrenciler değil, o yıllar yüzlerce üniversite profesörü işlerinden atılmış anadoluya  sürülmüştü ,veba gibi bir şeydi ,  bu " komünist avı" , ancak çeken bilir !
Ben de Selim İleri'ye Ahmet Muhip Dıranas'dan şu dörtlüğü sunuyorum :
         
                     Kardır yağan üstümüze geceden,
                     Yağmurlu, karanlık bir düşünceden,
                     Ormanın uğultusuyla birlikte
                     Ve dörtnala, dümdüz br mavilikte
                     Kar yağıyor , üstümüze inceden.
                   
                   

                     Zeki Faik İzer / desen Cevat Dereli  - Ali Hatemi kolleksiyonu
                     

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BİR MÜZEDE OLMAK YA DA OLMAMAK - LEVENT ÇALIKOĞLU

UTKU VARLIK - SANAT AYRICALIKTIR / HELİN KAYA

GÜLÜNÇ BİR ADAMIN DÜŞÜ - BEDRİ BAYKAM