endişelerimizin kışı






                      ENDİŞELERİMİZİN KIŞI

                      Resim konuşmak mı  yoksa bakmak mı?  Bence her ikisi de güncelliğini yitirmek üzere, sınırların kalkması sonucu yaşanan bir kaos, öncelikle resimi vurdu, resim diyorum çünkü plastik sanatlar ve de tüm "modern" le başlayan tanımlar ne yaptığımızı açıklamaktan uzak, Bu konuda "tutucu “olmam, sanatın her şekilde yapılabileceğini bize yutturanlar, bunu uluslararası para sistemiyle  lobi olarak, bir sirk görünümü içeren MODERN’i bir geçiş parolası yaptılar! Edebiyat , müzik , sinema vs. bu tehlikeyi çok önce sezip , sanatın ancak kendi malzemesiyle varolabileceğini hemen kanıtladı ve de ne sinema ne roman hiç bir çağda bu kadar anlatımcı, içerik adına “insana dair” olmamıştı, 60 lı yıllarda yaşanan gereksiz kompleklerden arındığında; örneğin “yeni roman” , “yeni dalga”, gibi  vs. gibi arayışlar zorla anlaşılmaz olma çabaları, öteki sanat dallarında geçerli olmadı. Resim ' in çağın başından beri yaşadığı kriz; Plastik sanatlar etiketiyle sanatın her türlü bir şekilde yapılabileceği, boyanın, tuvalin gereksizliğini,  “concepte”  adına verilen tavizler, ressam - plasticien dönüşümleri, desenin ve boyanın gereksizliğini müzeleştirdi. İlk kez karşılaştığınız bir kişi size - ne gibi - resim yaptığınızı  sorduğunda, önce figüratif ya da abstre seçeniğinden haraketle bağımlı olduğu bir akım  daha sonra da etkilendiği ressam vs . açıklamalar gerekir ama bir yazara -nasıl yazıyorsun - diye sorulmaz. Buradan gelmek istediğim nokta ; resmin tarifi ve açıklamasının olmadığını kanıtlamak yani resim de bir yazıdır; içeriğiyle, anlatımıyla, tekniğiyle.Pentür, gizem duygusunun geleneksel simyasıyla bizi bir etki alanına, daha doğrusu bir çekim alanına yönelten görsel bir dışa-vuruştur, Düşe özgü bir vizyon’a varmak, kendi ışığını yeniden yaratmak, boşluğa gönderilen mesajlar gibi bizim uzaya yolladığımız  “metaforlar” dır bu. Sanat nasıl özümlenir;  önce renk ve biçim, ışık ve de eski çağların erken müziğini duymak, " Turner'in "kozmik " göklerine,  Gaspar David Friedrichin, peyzajlarına  ya da Arnold Böcklin'in "ölüm adasına”  gitmemişsek, bu müziği duyamayız . Günümüzde MODERN adına oynanan "sirk"  gerçekte bir şamata, bir kültür içermeyen kitsch bir show, paranın otoyolunda bir “banalitation”, düşünmeden çok, bir eğlence unsuru içeren mediatique bir gürültü. Blog yazılarımda kendi kültür bakış açımı; Hayal Müzelerim olarak müzeme astığım benim sanatçılarımı gösterdim, içinde 20 yüzyılda bize fazlasıyla satılan büyük isimler yok, bunlar paranın zoruyla sanata yamanmış bence bir HİÇ dir. Açıkca paranın yönettiği bu "lobi " lere baş kaldıramazsınız. Örneğin Picasso’yu sevmemek bir suçtur ya da sizin sanat kültürünüz eksiktir. Fransa’da sanatı bir kaç milyarder yönetir; devlet, sanat konusunda  onların dümen suyunda olmak zorundadır 
                      Biz ikisini de yaşadık ; ressamların o mütevazi yıllarını, paranın bir matah olmadığı günleri, sanatta alımlamak ve onunla özleşmek bir başka türlü yaşanır ve düşlenirdi. Malzeme de yoktu, genellikle Karaköy'den alınan ucuz toz boyalar bezir yağı, amerikan bezinden derme çatma yapılan şasilere gerilirdi, kötü roprodüksiyonlardan sevdiğimiz ustaları kopyalıyarak resim yapılırdı. Çekim alanları bugünkü gibi bir çeşitlilik yaşamadığı için, “hayal arzusu” bütündü . Sanatçının yeri : lüks otel salonlarında yapılan müzayedelerin snop kokteyleri değil, resim yaptığı mekan, sanatın konuşulduğu ucuz meyhanelerdi. Kimlerle karşılaşmadık; şiirimizin, yazınımızın, tiyatronun vs. en zengin yılları, bir şenlikti İstanbul. Sanatçının oluşumundaki kültüre eğilimin gerekliliği tartışılmaz , okumak ve görmek  ikilemi bir zamanlar belki bir şanstı ama bugün önümüze kendiliğinden gelen bilgi  nasıl algılanıyor, insanı nasıl biçimlendiriyor ? Zamanı nasıl kullanıyoruz ? Sanatı “modern" adına çeşitleştirerek, “contemporary” etiketini kimler kullanıyor? Anlamsızlığı diyalektik bir dönüşümde sanata uygulayamazsınız, yoksa anlamak gereksiz mi? Tüm bu soruları ben kendime yöneltiyorum ve onların “modern” hinliği benden geçmez çünkü bendeki kültür belleğe çok önce odaklandı, sanatın kendini tanımlaması için kendiliğinden bir süreç gerekir. Bugün sorun: bakıyoruz da görmüyoruz, okuyoruz ama anlamıyoruz ama yönetiliyoruz; akıl hocaları bizi yönlendiriyor. Sotheby’s, Christy’s’in aksiyonları sanatı anlamak yerine yatırımın, kolay para kazanmanın çekim alanları oluyor. Kendi beğenilerini, para güçleriyle kurumlaştıran, müzeleştiren giderek uluslarüstü tekdüze bir yargıyla çağa maledenler ve onun sanat tarihini yazanların emrindeyiz. Tanrının var olmadığını kanıtlamaktan daha güçtür onların beğenilerini eleştirmek.
                      İşte o zaman ben kendime dönüyorum, atölyeme, hayal müzelerime ve de düşlüyorum okumadığım, bakmadığım kitaplarımı, henüz gidemediğim kentleri, onların müzelerini!



Yorumlar

  1. Sevgili üstad!
    Artık "usta'nin öldüğü" bir devirde yaşadığımızı kabullenip, "yağı ve balı" esermiş gibi, ustanın yerine satanların kazandığını düşünelim!
    Birlikte gezdiğimiz "fiac" bunu iyice percinlemedi mi sizce?!
    Bakmaya, hem de defalarca,saatlerce, bakmaya deger, her bakışta yeni buluş, yeni keşif, yeni yorum getirten "votre bateau ivre" ve "votre vierge" gibi masterpiece'lerin disinda?!
    Lütfen sunumundan bahsediniz buralarda...
    Theos angelopulos size göz kirpiyor her sunumumda! Ve evet " neredeyse bakmayla kasap olmak uzereyim!!!!"
    Sevgi ve hasretle....

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

BİR MÜZEDE OLMAK YA DA OLMAMAK - LEVENT ÇALIKOĞLU

ŞARLATANLIKLAR - 1 /. SPERMAN