PORTRELER



 Dostum Sezgin Çevik göndermeseydi haberim olmayacaktı ve de Nergis Abiyava’dan kaynaklanan iki harika eleştiri ve araştırmayı görmeyecektim. Öncelikle “merak bahçesi” olan kişilere saygım büyüktür; bize sunulanla ya da “imposer” edilenle yetinmeyip, perdenin arkasına bakanlar örneğin. Gönderi: Nergis Abiyava’nın “Alan Kadıköy’de” Öner Kocabeyoğlu’nun resim kolleksiyonundan “20 Modern Türk Ressamı” sergisi. Kısaca açıklayayım: Bu zengin hazır- giyimcinin Ferit Edgü ve Ahmet Utku’ya yaptırdığı bir resim kolleksiyonu; seçki ve beğeni kendisinin olmadığı için küratörlerin de adı konabilirdi: “…Kolleksiyonu” diye; niçin sinemada filmin yapımına para koyan producteur’lerin adı sanı bilinmez! Belki haberiniz yoktur: İstanbul Modern Müzesinin kurgusu %70 Yahşi Baraz’ındır, ötekiler ise yıllardan bıkmadan usanmadan çalışan “müzayedecillerdir” ; Yahşi Baraz’a daha sonra döneceğim.


20 MODERN TÜRK RESSAMI / ALAN - KADIKÖY

Nergis Abiyeva’nın gözü serginin başlangıcındaki panolarda, Sanatçıların fotoğraflarıyla onların biyografilerine takılmış: “Kim ya da kimler tarafından kaleme alındığını bilmiyorum ama bu derece beylik ve klişeleşmiş ifadeler beklemiyordum. Yüksel Arslan için “ilk ve tek entelektüel Türk ressamı” demişler mesela. ‘Entelektüel’ kelimesini çift l ile yazmaya elim varmadı affedin.” Benden söylemesi bunu yazan Ferit Edgü’dür, çünkü daha önce yine Yüksel Arslan’ı örnek vererek genelde öteki ressamların “INCULTE” olduğunu bir yerde yazmıştı, ben bu “ligue’de oynamadığım için bir yanıtlama gereğini duymadım, ama bu sergide olanlar demek bunu okumadılar; o zaman Ferit Edgü haklı. 

Şimdi sıra Fikret Mualla’da: “Fikret Mualla için, “büyük bohem, büyük alkolik, büyük anarşist” üçlemesi klişenin de klişesi artık. “Çıplak yosmalar” nasıl eril, nasıl cinsiyetçi bir ifade öyle. Okurken öfkelenmemek için kendimi zor tuttum gerçekten. Erkek muhabbeti mi dinliyoruz burada??!! Nergis bu üç sözcüğe takılmada haklı: bohem, alkolik, anarşist; acaba Ferit Edgü yapamadığı bir özlemi mi dile getiriyor; “çıplak yosmalar” gönderisinin altını çizelim!


Nergis Abiyeva biyographilere devam ediyor: Avni Arbaş, “ Avni Arbaş’ın annesi yok muydu mesela ya da bu bilgiye gerçekten ihtiyaç var mı burada???! Babasının mesleğinin konuyla ilgisi nedir? “Picasso’lar, Tzara’lar tarafından kabul gördü”cümlesindeki sanatçı miti oluşturma çabasını da aşamıyorum“  İşte burada biraz duralım: 70 li yıllarda “resim” ne zaman bir “meta” oluştu, önce yalılarda, konaklarda, saraylarda ne var ne yok gözler önüne serildi, sanat tarihçilerimiz hızla envanter yapıp, top’u daha önce daha önce pul, eski fotoğraf, çatal kaşık satanlar hızla kabuklarını atarak, “Türk Resminin” satış evlerine dönüşdüler; lüks kataloglar bastırıp, en snop mekanlarda yaptıkları - her ay on’larca müzayede - sonucu sanat konusunda tek söz sahibi olmanın öteside daha büyük ukalalıklarla “baş eser”, büyük ressam unvanları dağıtmaya başladıkları sürede bir süredir Paris’de unutulanlara geldi sıra ve önce “Paris Ekolü” sonra da Fikret Mualla’nın keşfi ama Paris konusunda Hıfzı Topuz: “-Türk sanatçıları azımsanmayacak kadar Paris’te sanatlarını icra ederler. 1950’li yıllarda ressamlar varlıkla/yokluk arasında geçim sıkıntısı çekerler. Hatta diyebiliriz ki, bohem hayatı da bu yoksulluklardan ileri geliyordu. Kimlerdi bu sanatçılar? Abidin Dino, Avni Arbaş, Fikret Mualla, Selim Turan, Hakkı Anlı, Mübin Orhon…  Bu sanatçılarımız Paris’te aradıklarını bulabildiler mi? veya Paris bu sanatçılarımıza gerekeni verdi mi? Yoksa…” ve de Ahmet Hamdi Tanpınar’da “Paris Günlükleri’nde daha iyisini söylemiyordu ama İşin ucunda bu ressamların ellerinde yıllardır satamadıkları resimler, galeri ve müzayedeciler için bir “Eldorado” oldu ve de Cumhurbaşkanı Korutürk’ün çıkarttığı af sonucu Abidin ve Mübin’nin dışında hepsi tası tarağı toplayıp Türkiye’ye göçtü; bir anı: 1987 yılı olsa gerek, Yahşi Baraz’la Erol Aksoy’un “Hotel Particulier’ine - Paris’e özgü konak - davetliydik, bize evini gezdirirken çok büyük bir odanın kapısını açtı, mekan devasa resim doluydu; bize: “ Selim Turan’nın tüm resimlerini aldım, kendisi Türkiye’ye döndü” dedi, işte giderek “Paris Ekolünü” rayına oturtuyorlardı yalan dolan! Son yıllarda parasızlıktan Polonyalı bir kadınla evlenen ve Polonya’ya yerleşen Nejat Devrim tüm yaşantısında annesi Fahr-el- Zeid’le kavgalıydı ve onu acımasız eleştirird! Şuna dikkatinizi çekerim: her dönemde özellikle resimde yıllarca birbirlerine “dirsek temasıyla” yaşayan bu communauté bize özgü birbirlerini çekememek ve kıskançlık duyguları güderlerdi çaktırmadan; açıkcası kimse kimseyi sevmezdi, bizim geldiğimiz yıllarda artık bardak taşmak üzereydi ve bunu biz daha iyi görüyorduk. Daha sonraki yıllar ve kuşaklar bu geleneği sürdürdü,  arkadan eleştiri ve farkına varmamazlık / ignorance sanki bir Bizans geleceği misali özellikle bizim kuşağın bir tavrı oldu.Paris Ekolü tanımına gelirsek, ne yazık daha sonraki yıllarda bunlar “nostalji olup, o dönemin araştıran sanat tarihçileri ve düşünürler ortaya çıktı ve birisi de “zamanın ruhunu yakaladılar diye yazmıştı! Paris’de uzun yıllar yaşamış bu ressamların dışarda çok az resimleri satın alınmış ve sergilenmiştir. marjinal yapısıyla hemen hemen tüm resimlerini Madame Angalis’e satmış ya da vermiş olan Fikret Mualla’nın 70 yıllarının sonunda, bu koleksiyonun üç satışı oldu Hotel Drouot’da, her üç satış da Türkiye’den özellikle gelenler tarafından kapışıldı. Demek ki dış ülkeler müze ve özel kolleksiyonlarda Türkiyeli bir sanatçının eseri yok; peki nedir “Türk Resmi” diye “hava atmak”, nasıl rastgele boya sürüştürülmüş bir tuval ulusal resim oluyor; kim buna bir etiket takıyor; hanki bilgi ve “compétence”la desek daha doğru olur. Nedir bir şeyi “modern” diye etiketlemek, resim’e ya da sanat’a özgü bir pasaport mu bu; modern roman, modern sinema yoksa modern resim nedir; kötü boyamakla, ne mene kirletmekle mi modern oluyor bir şey!


Avni Fransa’da Picasso’lar Tzara’ler tarafından kabul görmüş kanımca biraz abartılmamış mı? Öncelikle Nazım’dan kaynaklanan, Abidin Dino / Aragon’la dostluğu - Fransa’da o yıllarda  Sanat Fransız Komünist Partisinden sorulurdu ve de Abidin bir ressam ve entellektüel olarak bundan çok yararlandı, bir kaç kez güney Fransa’da ünlü kişilerle karşılaşmada: Avni’yi tanıttığında : “size bir Türk ressamı takdim adeyim..” sözü, “kabul” sözcüğüyle uyuşmuyor. Avni’yle bir hesaplaşma değil benimkisi, önce erken yıllardan başlayalım: Hıfzı Topuz şöyle anlatıyordu: “.. ben 1952’de Paris’de Avni’yi Üzgün ve karamsar bir havada buldum. Hiç bir şeyden zevk almayan, keyifsiz bir kişiydi. Avni kolay kolay bu depresyondan kurtulamadı. Kızını İstanbul’a göndermişti. Ondan ve çok sevdiği annesinden ayrı kalma olmanın da üzüntüsü içindeydi. İşte o dönemlerde onun imdadına Henriette yetişti. Yoksulluk yıllarını birlikte yaşadılar. Avni’nin belirli bir geliri yoktu. Henriette bir takıcının yanında inci dizerek kolyeler hazırlıyor ve kaldıkları pansiyonun kirasını galiba o veriyordu. Avni’nin atölye olarak da kullandığı bu pansiyonda yıllarca yaşadılar. Avni kırk yılda bir resim satacak oldu mu, eline geçen para, mutfak masraflarını bile karşılamıyordu.”


2018 de Bozlu Art Project’deki sergimle paralel çıkan “Zero Hipotez” kitabım da kitaba adını veren “Zero Hipotez” öyküsü Avni Arbaş üstüne yaşanmış bir öyküdür. Avni’nin 70 yılları sonunda Henriette’i Paris’de bırakıp Türkiye’ye göçünü ve de ta 52 yıllarındaki depresyonun nereye kadar sürdüğünü anlatır; bu öyküde hiç bir “fictiv” ya da hayali fragment olmadığı gibi ben bu gözlemde Mehmet Nazım’la izlencelerimizin bir bölümünü anlattım.  Türkiye’ye dönüşte Avni Yıllardır  Paris’de yaşadığı “Goulag” yıllarını unutup aniden gençleşmişti ama yalnız onları unutmadı, Henriette beraber yok oldu bu yıllarla! Ertan Mestci’nin verdiği telefonumdan aramıştı: “Utku duydum ki Henriette hastahanedeymiş..”, “ Hayır Avni, Henriette öldü, geçen perşembe! Cenazesinde 8 kişi vardı!

Bir kitap yazmanın ya da okutmanın bu kadar güç olacağını düşünmemiştim, kitabımda Türk resmi üstüne kimsenin haberi olmadığı ve de çok az belge belki haber olarak geçiştirilen “ Çağdaş Türk Sanatı Avrupa’da” anı ve araştırmama yine hiç bir yanıt gelmedi ve de “Mor Ötesi Dostluklar” da öyle; bir kitabın yazgısı onun içeriğinden kaynaklanmıyor, kitapcılardaki yeri, bir edebiyat dergisinin ilgisi ve de onu basan yayınevinin gücüyle tartılıyor kitap.

                       FAHRELNİSSA EL ZEİD'İN DONALD TRUMP'LA NE İLGİSİ VAR



Fahrelnissa Zeid ve Kraliçe Elisabeth

            
Nergis Abİyeva, Fahrelnnisa Zeid’in şehir efsanesine dönüşen Donald Trump portresi hakkında yazdı. / Ben bunu çok geç gördüm ama çok ilginç bir araştırma ve merak; Nergis Abiyeva’yı kutlarım




Son aylarda Yahşi Baraz’ın yönettiği “Fahrelnissa Zeid Promotion”u kimsenin gözünden kaçmadı, Oğuz Erten’e yazdırdığı “Fırtınaya Doğru” kitabı ve de Bozlu Art Project Galerisinde bir sergi. Bu sergi Dirimart olarak kanımca şu günlerde İzmir’de sürüyor. Her yaratıcı sanatçıda olduğu gibi Zeid’in yaşamının da ruhi iniş çıkışlarla dolu olduğunu vurgulayan Baraz, “Ben bu kitabı kaleme alırken Zeid’in yaşamındaki kırılma noktalarından aile ilişkilerine, eserlerinden eşsiz kariyerine uzanan kapsamlı bir analiz yaptım. Zeid’in sanatı 21. yüzyılda çok daha iyi anlaşılmıştır. 20. yüzyılın dünya çapındaki en başarılı sanatçılarından biri olmasına rağmen ülkemizde Zeid’in değeri çok sonradan anlaşılmıştır” diyor. Anlaşıldığına göre Yahşi, Prenses’in inişini durdurmak ve onu yeniden tahtına oturtmak için bu promotion’u yapıyor.  Peki nedir bu komik portreler? İşte Nergis Abiyeva,  Prenses’in yaptığı Donald Trump portresinin gizemini ararken, portreler konusunda şunları yazıyor: “Fahrelnissa’nın portreler dönemi 1960’ların sonlarına doğru, hayatındaki önemli insanları yitirdikten sonra başlar. “İnsanların sıcaklığına ihtiyacım var”, diyen Fahrelnissa, hayatta olan ya da kaybettiği, sevdiği kişileri resmetmeye başlar. Kocası Emir Zeid, kardeşi Aliye Berger, Paris’in etkin ve Fahrelnissa’ya dost eleştirmenleri Charles Estienne ve Jacques Lassaigne, galericisi Katia Granoff bu kişiler arasındadır. İnsan hâliyle merak ediyor, Fahrelnissa sipariş üzerine portre  yapıyor muydu? Trump’la Fahrelnissa’yı buluşturan neydi?


          1970 Paris Fahrelnisa El Zeid sergisi / Katia Gronof Galerisi / Şiirin Devrim-Utku Varlık. 

                           

 Yani bu portrenin özellikle gözlerinde karşımıza çıkan kuir “queer” hâl Trump’a özgü değil. Yine de erilliği defalarca, hiç bıkmadan ve farklı farklı şekillerde inşa eden Trump’ın bu portreyi beğenmemesi hiç şaşırtıcı değil. Bir diğer beğenmeme sebebiyse, resimde yer alan Farsça ve Arapça yazılar olabilir: Resmin alt tarafında Farsça دونالد ترامپ  yazıyor, yani Donald Trump. Resmin sol üst tarafında, Trump’ın göğsündeki Arapça فخر الناس yazısıysa Fahrelnissa Zeid anlamına geliyor, yani sanatçının imzası.[8] Tablonun şu an nerede olduğu bilinmiyor, büyük ihtimalle Trump tarafından korunmadı ya da imha edildi.

 

DALİDA

SANAT ANLAMSIZ BİR PARAYA DÖNÜŞDÜKÇE YAPILAN NE OLURSA OLSUN HEMEN  "DİKENLİ TELLERLE" ÇEVRİLİYOR, VE BİR DOKUNMAZLIK KAZANIYOR; BİLİYORUM BU ÇEVRELERDE "ÇORBAYA TÜKÜRÜLMMEZ"; "CONTEMPORARY" ÜSTÜNE ELEŞTİRİLERİME KARŞI BİR ARKADAŞIMIN BANA DEDİĞİ GİBİ: " YALNIZ SEN - KRAL ÇIPLAKTIR - DİYORSUN UTKU!"
TWİTTER'DE NERGİS EBİYEVA BU YAZIYI YAYINLADIĞINDA BİRİSİ YANIT VERMİŞ: "..ZEİD BİİR BALONDUR, YAPTIĞI İŞLER YETENEKSİZ BİR KİŞİNİN YAPABİLECEĞİ KARİKATÜRLERDİR. HİKAYELER EDEBİYATI,GAZETECİLİĞİ KİŞİLER, SİYASETİ TARİH VE SOSYOLOJİ İLGİLENDİRİR. BİR SERMAYE MERKEZİ İŞARET EDER VE ALT KATMANDAKİLER BALONU ŞİŞİRİR!










Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BİR MÜZEDE OLMAK YA DA OLMAMAK - LEVENT ÇALIKOĞLU

UTKU VARLIK - SANAT AYRICALIKTIR / HELİN KAYA

GÜLÜNÇ BİR ADAMIN DÜŞÜ - BEDRİ BAYKAM