İDA / PAWEL PAWLİKOWSKİ




Film bittiğinde hemen çıkmadım, salon boşalmasaydı biraz daha kalacaktım, bu içsel yolculuk hemen biitmemeliydi. Bu bir gerçek; sinema belki en özgün sanat günümüzde; 60 yıllarında görsel modernizm tuzağına düşmedi, teknik aşamada "kamera-göz", oyunda ise gerçeklik ve öz, bir başka deneyimi insanın iç yüzüne, kendiliğine ulaştırdı. Kanımca oyuncu kameranın farkında bile değil. Son yıllardaki önemli teknik aşama, fotoğrafın "numerique"e geçişiyle , gün ışığının albenisi ya da gecenin gizemi bir sinema dili oldu; bu filmin ışığı, tanık olduğum Polonya'da bir şubat ışığı; gri ve hüzünlü, oysa siyah- beyaz her zaman daha anlatımcı, belki desenin, özgün baskının öğretisinden gelen dışavurumculuğun dili oluyor. Bu sinema bizi elimizden tutup çok yakın bir geçmişe götürüyor, ama hangi sinema diyeceksiniz; bu kez, uzun süredir haber alamadığımız Polonya sinemasından geldi; Pawel Pawliowski  40 yıl önce Polonya'yı terk etmiş, ingilizce profosörü olan annesiyle. Oxfort'da okuyup sinemayı seçtiğinde, Önceleri BBC için belge filmleriyle önemseniyor, uzun metraj  üçüncü filmi İda.

İda - Agata Trzeburchowska
Senaryoyu kendi aile öykülerinden hareketle, 14 yaşında ayrıldığı Polonya'nın 2. dünya harbinde uğradığı etnik felaketin - Shoah - yıllar sonra bir "irridation" misali bırakın insanı peysage'a bile bulaştığının yaşanmış öyküsünü anlatıyor. Şu çok açık; etnik katliamlar ne kadar politik olarak örgütlense de bence bu bir dış görünüştür, dekordur; arka planda kıskançlıkların, kinlerin, ufak alışverişlerin insanıdır bunu yapan. Üç kuruş, bir karış toprak için herşeyini satan; bir başka cehendemden mi çıkmış acaba? Hayır, belki onun alın yazısı öyle yazılmış.

Wanda/ Agata Kuleska- İda/ Agata Tuzeburchowska
Rahibelerin yönettiği bir manastıra yetim olarak verilen İda'nın kısa bir süre teyzesini görmeye çıktığında; önce yaşamadığı, bilmediği bir dış dünyayla karşılaşması, sonra da teyzesinin onu anımsayamadığı annesinin dramatik geçmişine bir cehenneme girer gibi sokması. Teyze bir cumhuriyet savcısı; harpde Almanlara karşı savaş vermiş, kızıl Wanda olarak anılan, harp sonrası kominist partisinin acımasız yargıcı. İçinde hiç kapanmamış başka bir yarayı yaşayan Wanda'yı oynayan Agat Kuleska çok önemli bir oyuncu, Filmin adı Wanda'da olabilirdi.
Polonya sinemasıyla 60 yıllarında karşılaştık, o yılların ustaları: Andrzej Wajda, Polanski, Zanussi, Kieslowski, Andrzej Munk vs. hemen hemen tüm yönetmenler Polonya'nın yaşadığı bu dönemi bir ders ödevi gibi aldılar, hepsinin yaptığı bir baş eser vardır unutulmayan; Wajda-Kanal-, Polanski- Piyanist-, Munk- Yolcu- ve de niceleri.

Gabiyefler yalısı-çalışma masam ve Munk'un afişi " Yolcu" 1967
Munk'un 1963 de çektiği "Yolcu";  konusu bir toplama kampında başlayıp uzantısında yine bir kadını öyküsüne varan, siyah-beyaz görüntüleri hala belleğimde yaşayan çok önemli bir yapıt. Munk'un çekim sırasında ani ölümüyle asistanı Witold Lesiewski'nin bitirdiği bu filmi ister istemez Pawlikowski'nin filmi İda'nın bir öncesi gibi düşündüm. Çünkü "feleket" öncesi ve sonrasıyla bence bir "Odyssée" dir acıya yürüyen, üstüne intemporel bir ışık, fixe planlar, yakın kadraj ve yüzler büyük bir boşlukta dolaşan; 60 yıllarının nostaljik müzikleri, camera İda'ya yöneldiğinde Bach'ı duyuyoruz, büyük sinema bu.


















Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BİR MÜZEDE OLMAK YA DA OLMAMAK - LEVENT ÇALIKOĞLU

UTKU VARLIK - SANAT AYRICALIKTIR / HELİN KAYA

GÜLÜNÇ BİR ADAMIN DÜŞÜ - BEDRİ BAYKAM