BİR PEYZAJIN BELLEĞİ

Edward john Poyhner- Ayı Dağı

Gözüme nasıl ilişti bilmiyorum; önce çok ustaca yapılmış bir aquarelle;" kim.. ressam?" Hemen bellek işlevini alarma geçirmek; "ancak bir ingiliz ressamı olabilir", o yüzyılın en usta aquerelle sanatcıları ingiliz, kim olabilir? "John Cotman, Varley John..evet geçen asırlar", sonuçta peyzajın adını buldum:" Ayu Dag". Bir türkçe ses var bunda 19 yüzyıl İngiliz Akademik ressamı Sir Edward John Poyhner'in Kırım'da yaptığı bir aquarelle, yer ünlü Tatar yazar Cengiz Dağcı'nın doğduğu Gürzüf köyüne yakın ve efsanesini yazdığı "Ayı Dağı". Poyhner buralarda ne yapıyordu, bilmiyorum ama Kırım Savaşı nedeniyle de gelmiş olabilir. Kendi onurumuza dokunan tarihi okullarımızda öğretmediğimiz için; Osmanlı imparatorluğunu gerileyiş ve çöküşüyle ilgili önemli son tarihi bilmiyoruz, Kırım savaşı, Sebastopol kuşatması ( 1853-1856 ) bu nedenle anlatılmaz! 1848 yılında Mehmet Ali paşanın Mısır'da ayaklanmasıyla başlıyan ve de Rusya'nın iyi bir gözlemci olarak osmanlı "decadencé" sını fırsat bilip boğazları ele geçirmek adına başlayan gerginlik. Giderek Osmanlıların tüm  kuzey Karadeniz'deki topraklarını yitirip, sorun Balkanlar'a dayandığında, Rus'ların tüm Orthodox'ları korumak adına yaptığı "provocation", İngiltere ve Fransa'nın işine gelmedi ve sonuçta Sardaigne Krallığının da (İtalya birleşmeden önce) katılımıyla Osmanlığı İmparatorluğu Rusya'ya savaş açıldı. Üç yıl süren bu amansız savaş, Fransız'ların Sebastopol'u çevirip, kentin düşüşüne kadar sürdü (1856). Önemli bir yenilgiydi Rusya için. Paris anlaşması (Traité de Paris) sonucu Rusya, düşlediğinin tersine, Karadeniz tarafsız,  harp gemilerinden ve kıyılarında askeri yapılaşmadan arınmış bir deniz oluyordu. Osmanlı İmparatorluğunun bütünlüğü ve Boğazlara üstünlüğü korunarak, imparatorluğu oluşturan etnik farklılıkların inançlarına saygıyı kabul edecekti. Sultan Abdülmecit deniz ticaretinin uluslararası haklarına imza atarken, Romanya ve Sırbistan özgürlüğe kavuşuyordu.


İvan Aivazovski
İnanılmaz, Poyhner'in bir Aquerelle'i birden anımsadığım başka silüetleri belleğime yöneltti; acaba gerektiği gibi bakıyor muyuz; örneğin Aivazovski. Pouchkine'nin tavsiyesiyle Kırım'a gelir, ona anlatılan Ayı Dağı masallarının gizemine kapılıp bir süre dolaşır sahillerde, dağın büyüsünü gece gündüz resmeder, köylülerle konuşur. Masal: bir avcının karabasanı gibi; ayı, kız, cinler arasında geçen, korkuya dönük, içeriği zamanla saptırılıp dini bir moral öğretisinde alışılmış bir öykü. Gece ve ay ışığı, gerçekte o kadar etkin ki herkes korkusunu kendine göre masallaştırıyor.

İvan Aivazovski
Dağın silüetinden, jeolojik yapısından, gizemsi doğasına herkesi büyülemeye devam ediyor bugün bile. Biraz da Kırım'ın kaderi olsa gerek, hiç bir asırda rahat yüzü görmemiş bu halk; geçen asırlarda Ruslardan kaçıp Osmanlı imparatorluğuna sığındı. Örneğin çocukluğumun geçtiği Bolu'da Tatarlar mahallesi; at yetiştiren, hayvancılık yapan ve de kentin tüm kasapları, çekik gözlü buradan göç etmiş Tatar'lardı. Kaderleri bununla bitmeyip, 18 mayıs 1944 yılında, harbin sonuna doğru, Stalin'nin hışmına uğrayıp büyük çoğunluğu Gulag'a sürüldü. Demirperde'nin çöküşüyle Ukranya'ya geçen kırım, geçen yıl çıkan etnik kavga sonucu tekrar Rusya'ya döndü. Kırım, ılıman iklimiyle Rusya'nın bir tatil yöresi olduğu kadar,  Rus sanatınında bir uğrak yeridir. Sağlık nedenleriyle son 15 yılını Yalta'da geçiren Çehov'un, yaşadığı ve en ünlü kitaplarını yazdığı evi bugün müze olarak gezilebiliyor. Leon Tolstoi' un Sébastopol Öyküleri ve 1820 yılında Pouckine'nin buraya sürüldüğünde yazdığı "Bahçesaray Çeşmesi", Şair Lessia Ukraika, Vassili Axionov'un "Kırım Adası" 1982, anımsadıklarım arasında.


Edward John Poyhner'ın yaşadığı yıllar ingiliz pentür sanatının en verimli yılları. Whistler'in yakın dostu, National Gallery'nin direktörü, daha sonra Royal Academy'yi yönetiyor. Eşi Georgionz'da Edward Burnes-Jones'in kız kardeşi.


Edward John Poyhner

Başka bir nedenle Edward John Poyhner'de bilinmez, 19 yüzyıl akademik ressamları, Victorien'ler, Prérafaelit'ler, Romantik'ler, sembolistler ve de birden "modern" kompleksi; ne olursa olsun bir şey değişsin, ressam doğa'ya çıksın. Sonrasını biliyorsunuz!

Edward John Poyhner
"Peinture Feerique" Düş kurduran pentür, gerçekle kurgu içiçe geçiyor yine aynanın içinden kadının tekrar kendini özlemesi, sorgulaması.


Gabriel Rosetti
Peki güzel nedir? Elimizden kayıp giden bu uçarık gizem, pentürün işlevi sanki unutulmuş bir söylem biçimi, belki de Yeats'sin bir şiiri gibi yapıyor.


Edward Burne - Jonés
Bir nostaljiye dönük hüzünlü ve esrik, bir iç dünyanın "allégorie'si, bir acı ya da pişmanlık.


Richard Dadd
Bir deli olarak yargılanan Richard Dadd, 18 yıl kapatıldığı akıl hastanesinde içini böyle döküyor. Pentür alabildiğine usta, rüya gibi bir başka dünya. Sanrının resme dönüşmesi belki.


Dış, bir kadın figürünün gönül çelen alımını görüntülerken; ayna gizeme dönük bir "melenkoli" 

Lawrence Alma Tedema
Nedense Tedama için "pompier" -bu dönem resmini bir türlü aşağılama- denir. 20 yüzyıl'la beraber pentür'ün modern adına yatağını değiştirme eylemleri sonucu, geçen yüzyılın resmiyle bir hesaplaşmaya girişip pentürün büyük ustalarını önemsememek, içeriklerindeki düşe katılamamak modası sonucudur. Anlatımcı resim bir yana, gözün "virtuosité" sini pentüre böyle aktaran çok az ressam vardır. Ne yazık resim öğrenirken bu ressamı tanıyamadık, bize yanlış ve eksik gösterilen pentür sanatı, sonuçta desenden ve boyadan habersiz marazlı, sıradan bir şey oldu.

Henry Fuseli
Chaos içerdiği anlamda sizi çekim alanına itiyor, yolunuzu kaybetmek, ölüme dair başka hayatların öykülerini dinlemek, tekrar bir  allegorie", iç sancılar ya da pişmanlık.

Sanatın anlamı! soru uzun bir süredir yanıtsız; niçin dışa böylece dökülme, resme, yazıya, imgeye, sese dair. Sanat bu labirentleri bir "cabale" misali tasarladı, "allagorique" saptırmalar, sanrı bahçeleri ve de varoluşun eş zamanlı şiiri. Sanat manyetik bir alan içeriyordu, amacı estetik belki güzelin tarifinde bize sorulan bir soru gibi yanıtı doğada ara diye fısıldıyordu. Resim o çağlar bir "immaterialisme" içeriyordu. tinleri içeren, düş kurabileceğimiz bir gizem, bir büyü, bir sihir. İşte onu çizebilen, boyayabilen ressam, sözcüklerlerle sorgulayan yazar dı. Şiir bir atmosferdi her zaman müziğin eşlik ettiği. "Modern" bir sunami gibi geldiğinde "decadence" sı da beraberinde getirdi. Bu değişme isteklerinin özellikle resim sanatını bu kadar ters-yüz edeceğinden, her şeyden arınacağından tüm ağırlıklarını atıp contemporary'nin sularına gömüleceğinden kimsenin haberi olmadı.



















Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

BİR MÜZEDE OLMAK YA DA OLMAMAK - LEVENT ÇALIKOĞLU

GÜLÜNÇ BİR ADAMIN DÜŞÜ - BEDRİ BAYKAM

UTKU VARLIK - SANAT AYRICALIKTIR / HELİN KAYA