OXYMORE / KİLİNK


Berna’yla sevişiyoruz bir öğle öncesi. Erken içilen beyaz şarap mı, ılık güneşli bir gün mü, karşıdan Ayazma’dan Arnavutköy’ün üstlerine uzanan yeşillik mi, ötede Boğaz’ın tarifsiz maviliği mi; seviştiğimiz arka odaya kadar uzanan bu mutluluğun nedeni? Bazen şaşırtır insanı, peki nedir insanı yaşamaya çağıran bu esrik mutluluk? Tarifsiz bir doğaya açılımıyla, bugün düşünülemiyecek, üç kuruşa tuttuğumuz bu küçük evi bir kaç yıl sakladık; yalının trafiğinden kaçıp, kızlarımızla geldiğimiz saklı bir mekandı. Vadinin üstünde, Ayazma’nın karşı yamacındaydı. Daha yukarılara uzanan tek yolun bir aşağısındaydı, yani seviştiğimiz arka odanın tek penceresi arada basık bir duvar olmasa yolun içinde olacaktı. Boğaz tepelerinin işgale uğradığı yıllar!
Asker kaçağı olduğumu, tüm Avrupa projelerimin yıkıldığını öğrendiğimden bu yana yaşantım da çığrından çıkmıştı; anlamsız yaptıklarımdan biri de kendime absürt duygu alanları yaratmak, iki yıl yapacağım askerliğin verdiği “vertige” le Berna’yla nişanlanmaya karar vermiştik. Belki bunun da sarhoşluğu, arka odada sevişirken başka bir his de bana izlenildiğimizi duyurdu, gözüm pencereye gittiğinde, esintiden yer yer dalgalanan tül pardenin ötesinde dıştaki duvara oturmus dört oğlan bir kızın, gerçek bir sinema gibi bizi seyrettiğini görüp, bağırarak..- utanmıyorsunuz diye pencereye yöneldiğimde, çocuklar - ..KİLİNK…KİLİNK çığlıklar atarak kaçtılar. Şaşırmıştım, hem izlenmekten hem de çocuklardan! Kilink kafama takıldı; daha o yıllar afişini görmüştüm: “Kilink İstanbul’da  filminin. Bayi’lerde de  gözüme çarpan bir de çizgi romanı da çıkmıştı, içine bakmaya gerek yok; Kilink’in gülünç iskelet görünümüne gülüp geçmiştim, kaynağı kanımca İtalyan, o yılların tüm Amerikan takliti her şey gibi naif. O ilk yıllar, 50 yılları Bolu’da kitap ve dergi satan yerde Amerikan mizah dergisi MAD’ı izlerdim, sözlükle okumaya çalışırdım ve uzun yıllar bu dergileri sakladım ama öncelikle bir Amerika düşüydü bu.
Evden çıktığımızda öteki çocuklarında katılımıyla, tüm mahallede ismim “kilink”e çıkmıştı, unutmadılar bunu.




Roby Zober - ..50 yılları dedin ama başka bir “fenomen” i anımsa; “Avaramu”, Hint filmi, bugün kim düşleyebilir böyle bir histeriyi, sosyoloji bile bu konuyu yerine oturtamaz!
- Çocukluğumdan bir “reférance” ; gerektiğinde fenomen çekmecelerini açıyorum, tek tek; isterdim o günleri benim gibi yaşamış bir arkadaşımla anlatsaydık gördüklerimizi. Ayhan Abi’nin Şehir Sinemasına gelen film önce bizi şaşırtmıştı, İstanbul’daki süksesinden haberimiz olmuştu ama görmemiz gerekiyordu bir kez. Sinema’nın kapısına asılan afiş de orjinaliydi filmin; “Awaara - Raj Kapoor” . Makinist Ali’nin dediğine göre Anadolu’dan o kadar istek olmuş ki, yetiştiremiyorlarmış, Türkçe afiş kalmayınca Bolu’ya orjinalini göndermişler - ..Ayhan Abi’yi tanımasalardı bir iki ay sonra bile garanti değildi Bolu’ya gelmesi!


Yine konusu Mısır sinemasını aratmayan; “ zengin kızı Leyla” misali, bir Hint filmi ama şarkısını
bir kez duyduğunuzda ömür boyu unutmak mümkün değil. Kıza ulaşamayınca kendini dağıtan aşık, ceketi sırtında, basık ayakkabı ve de kalenderin şarkısı! Bir hafta geçmedi tüm kent avare oldu, ciddi sandığımız bazı tipler de sanki bunu bekliyorlarmış. Adam hintçe söylüyor ama türkçesi de onu yakaladı, Belediye hopörlerinden Bolu pazarına yayın yapıyor; " pazardan kaçan ineği görenlerin lütfen..." anonsla kesildiğinde hemen yapışkan bir ses - "...avareyim na na na.. "  Bir tek buna şaşmayan,  herkesin kendine benzemeye çalışmasını görerek gurur duyan kentin kabadayısı Çıba’ydı, ondan kurtulmak için Kore harbine zorla gönüllü yazdırırak gönderilmişti. Sağ sağlim daha da beter döndü ve ismi de Jeep olarak değişti. Onunla  gidenlerin çoğu dönmedi, dönenler de ayağı, bacağı, kolu kesik, koltuk deyneğiyle dolaşıyorlardı.

Roby Zober- ..Sen ce bize özgü bir garibanlık mı; varoluşunda iğreti durmak?

-Cumhuriyet’le yeni bir insan yaratılmak istenmişti, yazıdan tut, kılık kıyafete kadar yapılan tüm reformlar sanki bir düş’tü; uygulandığında tüm dünya şaşırdı, ben hala şaşırıyorum! Ama!

Roby Zober- Bence dün bugündür, peki nereye geldik? 10 yılda Cumhuriyet reformunu uyguladı, fes’i atıp şapkayı koyduğumuz kafanın içini nasıl değiştirebilirdik? İyi niyetli, naif bir ülkeydi bizimkisi; hani 40 yıllar Ankara'yı anımsa: Bauhaus mimariye özgü granit modern yapılar, bulvarlar,
üniversiteler, enstitüler, halkevleri, köy enstitüleri, heykeller, parklar! İşte o düştü, gerçek ise fazla uzakta değil; bozkır'ın başladığı yerdeydi, şairi yazarı ise hapiste, sürgünde!

-Ben toplumun nasıl avareleştiğini anlatırken, o naif yıllar yine bir kartpostal duygusallığında, bir yere iliştirdiğimiz, zamanla renkleri sararmış. Ama geleceği yanlış tarif etmiştik, 1950 lerde yönetilmeye başladığımızda, soğuk harp bahane edilerek komünist avlamaya başlandığında, unutulmuş dini de dolaptan çıkardılar. Amerika'da basılmış 16 milyon ufak boyut Kuran Anadolu'ya dağıtıldı, araplara buna sahip çıkması için verilen ilk taviz; ezanın arapcaya dönüşüydü ama yine gerektiği gibi değildi. Türkçe öğretilip eğitilen sonra Anadolu'ya salıverilen "Barış Gönüllüleri", orduya yardım olarak verilen bir dünya harbi yaşamış köhne silahlar vs. Kimsenin haberi olmadı, ilerideki yıllarda Türkiye'yi yöneteceklerin tümünün Amerika'da eğitildiğinden. 1973 dünya petrol krizi süresinde Suid-i Arabistan petro bakanı Al Yamani, OPEP'de olağanüstü bir uygulama sonucu, ülkesinin petro / dolar kazancını olağanüstü bir yere getirdi, güzel ama bu parayla ne yapacaklardı? İlk öneri Wahhabitler'den geldi: islam geçinen ama islamı gerektiği gibi uygulamayan bazı ülkelere ders vermek; örneğin Türkiye'ye. Aramco ( petrol arap-amerikan ) vasıtasıyla dolar akıtarak islamı yaymak, her 10 metreye bir cami, kuran okulları, imam yetiştirme ve kuran kursları! İşte "Ceza Sömürgesi"nin kısa tarihi.

Roby Zober- ..2016 da artık bir umut yok, öyle gözüküyor ama sen sürekli "insan tükenmez" diyordun!
-Doğru, Tüketilmek üzere; düşünce yargılandığında, ondan korkan yargı sistemleri şunu çok iyi bilirler ki; yapabilecekleri tek şey, onu yıldırmaktır, yasaklar çıkarıp, otosansürle, kitap toplıyarak, sürerek vs.  bunu çok gördük, tavsadı belki! 21 yüzyılda başka bir sistemle "inanç"ı ileri sürüp yeni bir engizisyon yaratıldı, "korku". Sanki Kafka'nın "Duruşma" yeniden yazılıyor; kanıtlanmaksızın yargılanmak!

Roby Zober- "Şeytan azapda gerek" belki sizin kuşağın kısa tanımı!

- Bıkmak nasıl olur? Tarifsiz sıkıntılar, belleğimizden bir türlü süpüremediğimiz takıntıların, silkeleyemediğimiz "decadence" sın, küllerinden yeniden doğuşu. Nasıl bir "idea-fixe" bir ömür boyu sürebilir Roby? Arka odaya koyduğumuz  hiç bir "fenomen"e dokunamadık, kilitli odalara girmek arzusu, her kez bir başka anımsanmayı getirir; annemin bir gün sandıktan çıkardığı kumaşlar, sararmış giysilerin size sunduğu bir naftalin kokusu bana- ...biz ölmüştük, neyi anımsatmak istiyorsun durup dururken!
Belleğimi tekrar kerteliyorum, unutmamak için; bu kaçıncı?


















Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

BİR MÜZEDE OLMAK YA DA OLMAMAK - LEVENT ÇALIKOĞLU

UTKU VARLIK - SANAT AYRICALIKTIR / HELİN KAYA

GÜLÜNÇ BİR ADAMIN DÜŞÜ - BEDRİ BAYKAM