HERKESİN KENDİ MÜZESİ

Bir süredir Arte Tv. de pazar günleri izlediğim ilginç bir belgesel seri: "Büyük Müzelerin Sihiri", ilginç çünkü alışılmışın dışında. Önce seçilen dünyaca ünlü bir müze, bu müzenin en "albenisi" olan eseri, bu eseri algılayacak bir davetli; örneğin uğraşımında önemli bir isim, arka planda bu eseri kendilerince yorumlayan yine uluslararası ünlü sanatçılar: Norman Foster, Olafun Eliason, Marina Abrahamovic - bilinmez, nasıl bir "notoriété" dir bu hanım?  Üstelik botox yaptırarak gençleşmek umutları yüzünü silmiş, kanımca performans yapamaz bu maske ile! - vs. Çok gizemsi bir merkezden yine bir sanat tarihçi Matt Lother, örneğin tabloyu ve yorumcuları sihirli cam kürelerden izliyor ve onları yönetiyor. Matt Lother'in kendisi de görülmeye değer: görebildiğimizce her yanı döğmeli, olabilecek kadar kalın siyah gözlüğü ve yüzündeki deliklerle -percing cheek- içinde olduğu mekandan daha gizemsi, garip bir kişilik!
Şimdiye dek Alte National Galeri Berlin'de Caspar David Frederich, Musée Edvard Munch- Oslo, Floransa, La galerie des Offices; Botticelli - Venüsün Doğuşu vs. Son izlediğim Guggenheim- Newyork: müzenin genel anlatımından sonra seçilen tablo Vassily Kandinsky, compozisyon: no. 8
Guggenhaim 1916 da dünyadaki ilk non-figürativ müzeyi kolleksiyoner olarak başladıktan sonra açmış ve müzenin yönetimini 1937 yılında yine İsviçre kökenli ressam Hilla Rebay'a vermişti.  Yeni müzenin projesini 1943 de mimar Frank Lyoyd Wright'a ısmarlanıyor ve müze 1959 da açılıyor. Tüm bu süre içinde Hilla Rebay'ın özel kontrolüyle Avrupa'yı dolaşarak aldıkları çok zengin bir koleksiyonla ve de 40 yıllarının Amerikan pentürü: özellikle Jackson Pollock'la ; 20 yüzyılın sanat tarihini yazıyor. Yüzyıllardır sanat tarihi ekonomik güçlerin yönetiminde oluşmuştu ama onu yöneten "mesena"nın kültürel farklılığı günümüzdeki milyarderlerle, örneğin Medicis'ler. Onları sanata yönlendiren faktörlerin değişik olmasıdır, Salamon Guggenhaim, değerli madenlerin sahibiyken kazandığı servetle, içinde sakladığı bir hobi onu sanata yöneltmişti, hiç bir kendi özel beğenisi ve de müze yönetecek kültürü yoktu ve onun sanat kurgusu her zaman Hilla Rebay' ın elindeydi. Daha sonra amacasının izinde bu işe soyunan Peggy Gouggenhaim, karşısında kendisinden nefret eden Hilla Rebey'ı buldu, kendini bir kolleksiyoner olarak kanılamasının katiyen Newyork'daki müzeyle bir ilgisi yoktur. Ama ne garipdir ki o da kendi adına bu çağın sanat tarihini yazan ikinci Guggenheim'dir. Yine filme dönersek: müzenin koleksiyonunda Kandinsk'nin 37 işi var, yani müzenin gözdesi. filmin içeriğini yapan compozisyon no:8,

Kandinsky/kompozisyon no:8
Bu kez tabloyu yorumlayacak davetli: kadın ressam Julie Mehretu, Amerika'da gözde bir sanatçı, raslantı sonucu çağrılmamış, Kandinsky ve özellikle bu tablo onu hep yönlendirmiş, bu müzenin de gözdesi! Kökeni Ethobia ve Amerikan, 50 yaşlarında ve eş cinsel, atölyesini paylaşdığı bayan da çok ünlü bir ressam: Jessica Rankin.
Şimdi gelmek istediğim , ya da kendime sorduğum: Arte'nin bu ilginç serisinden öte, çağdaş sanat ve conceptuel bir yana; sanatın çekim alanları, beğeni ve onu yöneten güçlerin kararlı yargıları: işte resim budur, bu bir başeserdir, büyük sanatçı diyorlar ve o ilahi kapıdan giriyorsunuz sonsuza dek! Çünkü bu bayan. 2005 de McArthur büyük ödülünü alıyor, 500.000 dolar, MoMa kolleksiyonunda, Goldman Sache Bankası Giriş holüne 25 metrelik bir fresk yapmış ve de tüm kolleksiyonlar ve önemli galerilerde!

Julie Metrehu/ fresk
"Körle yatan şaşı kalkar" sevdiğim bir sözdür, 2005 yılında bu 25 metrelik fresk -teknik olarak fresk değil- sanki Kandisky'nin bir analizi! Bunu da geçelim, söz döndü dolaştı sanatçının şu günlerde ne yaptığı sorusuna yanıt: "San Francisco Museum of Modern Art -SFMOMA- nın siparişi iki tuval üstüne çalışıyorum" dediğinde gayet mütevazi omuzlarını silkti!


 Julie Mehruti SF MOMA için çalışıyor.

Amacım hesaplaşma değil, bir tuval karalansa, çiziktirilse, kirletilse de onu yapan sanatçıya bizim yargımız değil, o tuvalin değerinin: bu işi meslek edinmiş milyarderler, onların çekim alanındaki tüm zengin ülkelerin kültür sektörleri, onlara bağımlı teknotratlar, uluslararası alım satım sistemleri, "fantomatique" müzeler, ünlü galeriler, onların eksperleri, krotörler -Türkiye'de ise müzayedeciler- belirlerler; bunu açıklamak güç, anlatmakla çıkamayız bu labirentten! Bir "virtualité" yaşamıyoruz, pentür tekniğini, deseni, kalem ve fırça tutmanın öğreti ustalığını okullardan, akademilerden silen kafası "modern'le yıkanmış bu zavallılık bize durmadan öğretide bulunuyor, varoluşlarında iğreti duranlar bize pentürü öğretiyorlar, kendi beğenilerilerini artık paralarıyla açtıkları müzelere koyuyorlar; resim tarihi kendiliğinden yazılıyor, o zaten alnımıza yazılmış; bir diktatörün anıtı gibi yıkamazsın çünkü tinseldir!
Sözüm yine ileriye dönük, gelecek:hiç bir kendi beğeni kriteri gözetmeden sürekli toplanan tuval, objet vs. müzelerin, kolleksiyonların, devasa mekanlarındada biriktirilip, depolandıktan sonra acaba yüzde kaçını aktüel sergilemeye sunacaktır müze? Oysa kolleksiyon devinimini sürdürüyor; işte karşımıza çıkan çok önemli bir sorun: "accumulation", birikim, yığmak, tepeleme doldurmak; size bir fiction senaryosu: örneğin 2050 yılında -fazla uzağa gitmiyorum- gelecek kuşakların yaşamından bir kesit:
"...yer sorunu nedeniyle MoMa Newyork kolleksiyonundaki 50.000 eser, noter gözetiminde yakıldı!"

                                                           TÜRKİYE

Kader mi diyeyim; dünyada hiç bir ülkeye benzemeyen ülkemiz, tüm yaşantımda izlediğim kadar, "paradoksal bir düş" yaşıyor, dingin başlayan bir düş hızla kendini bir karabasana bırakıyor; hep sabahlar bulanık; sersem uyandık ve de uyanıyoruz. Korkuyu yöneten güçler sanki sözleşmiş gibi sürekli yönetimi ele alıyorlar, mevsimlere özgü, yattığınızda, lüks alışveriş merkezleri, villalar, yatlar,  modern müzeler, uyandığınızda kilometrelerce kuyruk; ellerinde fileler bir kaç kilo sebze, meyva almak için saatlerce bekleyenler! Tüm bu ekonomik ve sosyal kararsızlık içinde yine beni şaşırtan sanat yatırımlarındaki absürt genleşme, belki haberiniz yok, sizi bekleyen futur müzeler:

1- ABDULLAH GÜL /MÜZE VE KÜTÜPHANESİ-
Kayseride açılacak bu müzenin içeriği kanımca kendisi, Arap ülkelerine özgü müze sevgisinden esinlenmiş olabilir! Kanımca Gül'ün Cumhurbaşkanlığı süresince eşinin de Aydın Gün kolleksiyonu yaptığını duymuştum!
2-DEVRİM ERBİL ÇAĞDAŞ SANATLAR MÜZESİ/BODRUM
Çözemiyorum: neyi kanıtlamak, nasıl bir duygu, kendini nasıl bir aynada görmek- belki egosentrik - hangi synergie Devrim Erbil'i böyle aktif kılan? Başka müzeleri de var!
3-ENDER GÜZEY MUSEUM ARThill-BODRUM
Müzenin adından nemene bir müze olduğunu tasarlamak güç, sanatçı da o denli meçhul! Baktım ne yaptığına: boş fonlarda bizon silütleri vs.
4-ODUNPAZARI MODERN MÜZE
Servetini Türkmenistan'da kazanmış İsmi kadar krismatik Erol Tabanca'nın Eskişehir'de ünlü Japon Mimarlarına projesini yaptırdığı bu müzenin kürotorü Haldun Dostoğlu. Erol Tabanca'nın sanata nasıl baktığını, kolleksiyonunun ne olduğunu, seçtiği krotöründen açıkca belli ama Eskişehir'liler başka bir müze olmayan kentlerinde, bu beğeninin öğretisiyle kafaları yıkanacaktır.
MÜZE EVLİYAGİL
Ankara'da açılan bu müze, yine bir kolleksiyonun müzeye dönüşümü; hangi boyutta bir kolleksiyon bilmiyorum ama gördüğüm kadar, bu müzeler yollarını arayan krotörlere - ya da bir kenara itilen - bir iş olanağı sağlıyor kanımca!
İSTANBUL MODERN
Aynı mekanda mimar Ezo Piano'ya projesini yaptırdığı müzenin inşaatı sürüyor.
VEHBİ KOÇ MÜZESİ
Tasarımcı Kirsten Lees'e  projesi verilen bu müze Dolapdere'de yapılıyor.
DEMSA
Mimar Zaha Hadid'in projesini yaptığı bu müze de Haliç Sütlüce'de açılacak.
İSTANBUL BÜYÜK ŞEHİR BELEDİYE MÜZELERİ
60 yıllarına dönersek, İstanbul'daki iki galeri: önce Beyoğlu Şehir Galerisi ve Alman Kültür Derneği Sanat Galerisi. Bizim kuşak öncesi ve sonrası bu galerilerde sergillemeyen yoktur, ben 1970 de yeni açılan Taksim Şehir Galerisinde sergilemiştim; bu galeri de fazla yaşamadı. Belediye her sergileyenden bir resim alsaydı, bugün en önemli bir kolleksiyona sahip olacaktı ama o yılllar resim satılmazdı, 70 lere kadar!
İSTANBUL RESİM VE HEYKEL MÜZESİ
Akademi rıhtımından Karaköy'e uzanan eski gümrük limanının müzelere dönüşmesini eski yıllarda düşleyemezdik. İnşaatı sürmekte olan bu müze, İstanbu Modern'le yan yana. Beşiktaş'daki tarihi müzede yıllardır rutubet ve nem -ısı- sorunlarıyla yaşayan pentür ve kağıt işlerin sağlığını merak etmemek elde değil!
Bursa'da da önemli bir müze açılmak üzereymiş; Paris'de yaşayan Ömer Kaleşi bu müzeye 30 tuvalini hediye etmiş!
Daha önce açılan müzeler. Sakıp Sapancı Müzesi, Borusan Contemporant, Salt Galata, Elgiz Müzesi, Doğançay Müzesi, Hüsamettin Koçan Baksı müzesi, Marmara University Museum and Art Gallery, Cern Modern, Arter, Pera müzesi, Mustafa Ayaz Vakfı Plastik Sanatlar Müzesi vs.

Ömer Uluç'un son tablosu/ Artam müzayede
1970 lerin ortalarında başlayan ve daha sonra 80 yıllarında Turgut Özal'ın liberal politikasının ekonomik genleşmesi sonucu sanata özgü bir "sunami" yaşanmıştır, yalnız İstanbul'da yüzlerce galeri açıldığında ona paralel müzayedeler dolayısıyla kolleksiyonerler, sanat fuarları ve sonuçta İstanbul Modern'le başlayan özel müzecilik hobisinin yukarıda çizdiğim son görüntüsü; gerçekten bir "vertigo"! Burada durmuyoruz; eğer Oğuz Erten'nin "kolleksiyonerler" çok kapsamlı kitabına bir göz gezdirirsek, daha derinde bir çok önemli kolleksiyon gün ışığına çıkmayı bekliyor. Bilmiyorum ne yapacaklar ya da müze açmak aşkı ne kadar sürdürecek! Bir kaç conceptuel müze hariç, genellikle tuval resmine yani pentüre dönük müzeleşmenin sırtını dayadığı Türk Resmi gerçekten var mı? Tüm bu müzeleri dolduran ressam sayısının ne olduğunu biliyor musunuz? Resim sanatını nereden öğrendik, Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun bize sorduğu gibi: "ustan kim?" Farkında mısınız - bu soru müzecilere - her ay yapılan on'u aşkın müzayede: kaşıklar, mühürler, şamdanlar, meçhul Ermeni nocturn ressamları, kopyalar, göstere göstere suyu çıkmış yorgun tuvaller ve de tekrar kolyeler, ibrikler, tekrar on tane pentür vs. Elde satacak resim yoksa atölyelerine giderek ressamlardan müzayede için resim ısmarlamak, hiç dikkat etmiyor musunuz her müzayede evinin satışına en az beş resim verenlere? Önümüzdeki günlerde yapılacak bir müzayede kataloğunda Jeff koons'un caniş balonlarını gördüm; koons bunları ufak boyutta üretip "bonbon misali bilemedin 10 bin dolara satıyordu, demek biz de ona bir pazar olduk; insaf!  Şunu da tartışmakta fayda var: bu açılan ya da şu günlerde gerçekleştirilecek olan çok kapsamlı dört müzenin mimarları dünyaca tanınmış aktüel isimler; aynı sürede yine başka yabancı kentlerde müze projelerini gerçekleştiriyorlar, herkes onların peşinde. Peki bu arada Türk mimarisini unuttuk mu; niçin bu projeler Türk mimarlarına verilmedi,? Bu zengin projelerdir biraz da mimarinin çekim alanına giren; bilmiyorum merâk ettim, bir snopluk söz konusu mu? Yaşarken kendi müzesini açanlara da bir sözüm var: Fransa'da yaşayan ünlü bir tek ressamın müzesi var, o da Soulage. Kendi açmadı bu müzeyi, doğduğu kent Rodez'in -Averon- belediyesi gerçekleştirdi. Kendini mumyalamak gibi bir "sandrom" kendi müzesini açmak, bunu Burhan Doğançay başlatmıştı kanımca. Erdal Alantar anlatmıştı: Bir gün yolu Cenevre'ye düşer, gelmişken Birleşmiş Milletler Ofisinde çalışan bir arkadaşını görmek ister ve beraberce bu çok görkemli sarayın kafeteryasına inerler. Erdal'ın gözü kafeteryanın duvarların asılı tablolara ilişir; ne görsün; bu üç tablo Burhan Doğançay'ın, arkadaşına bunların nasıl oraya geldiğini sorar, arkadaşı da "kanımca satın almışlardır" diye yanıtladığında Erdal, belki ben de satabilirim umuduyla Kafeteryanın direktörünü bulur, konuyu açtığında direktörün yanıtı: "efendim bu ressam tablolarını getirdi kafeteryaya asmamız için ricada bulundu, Türk Delegasyonuna sorduk, tanıyorlarmış biz de astık, burası gördüğünüz gibi çok enternational bir makân, belki biri görür alır diye düşünmüş olabilir."

Yine müze konusuna gelirsek: bir kaç yıl önce Paris'de açılan Pinokotek'i önce Münih'deki bir uzantısı olarak düşünmüştüm; sonra bir göz boyama özel bir müze ortaya çıktı, amaç para kazanmak! Tematik sergiler yapmaya başladılar, kaynak: tümüyle özel kolleksiyonların kiraladıkları sergilerden oluşuyordu; bu da bir sistem örneğin: nasıl müzeler kendi aralarında anlaşmalı kolleksiyonlarını dolaştırıyorlar sa, bir takım organizatörler de daha küçük çapta bunu yapıyorlar ama sergilenecek olanlar güncel sanat değil; eski resim ya da çağımızın önemli isimleri. Kaynak tükenmeye başladığında dümen çevirmeye başladılar, örneği Büyük bir Afiş Munch Pinokotek'de



bu müzeye giriş'in pahalı olduğunu da unuttum söylemeye; ama gerçekte belki Munch'un bir iki tuvali, gerisi aynı çağı içeren ama toplama bir sergi. Sonuçta iflas ederek kapılarını kapattı. İşte gerçek: müzecilik kolay değil; bir müzenin eclectic olabilmesi; kolleksiyon sahibinin beğenisi, onu yönetenlerin kurgularından öte özellikle sanat kültürüdür. Türkiye'de belki en kaygan alan: bize özgü "özenme", batıda pırıldayan her şeye atlama, yargılamadan; biennal, conceptuel, contemporant, modern, performans, intallation, küratör dilimize girmiş se kültürümüze de girmiştir!













Yorumlar

  1. Değerli dostum Utku Varlık,Paradoksal bir düş değil,her konuda birbirine paralel... Gerçek bir aymazlık tablosu içindeyiz... Munch'un çığlık tablosu gibi çiğlık atmak istiyorum..Ben değil herkes,tüm ahali...Bana resmi öğrettin,senin sayende yazar oldum... Medyatik çok satan sarışın perçemli kadın yazarlar bile..Ahh bize böyle kapak yapan olmadı diyorlar.Ancak bana hüznü ve karamsarlığı da öğretme. Zaten kitaplarımın temeli yaşadığım hüzün ve acılar. Ne varki en çok hüzündür yakışan bize...Belki de en çok anladığımız...Sarı turuncu kırmızı renklere bürünmüş köprünün ortasında durmuş hem kadına hem erkeğe benzeyen iki insan figürü çığlık atıyor.İki elini kafatasına benzeyen kafasının iki yanına koymuş vaziyette çığlığı patlatıyor.Herşeyde korku ve çığlık hakim...Bunlarımı söylememi istiyorsun.Oysa bize tepene baktığınız Yenikapılı ve Topal Sadili günlerimizde böyle çığlıklarımız yoktu.Çığlık çığlıga bir toplum olduk.Paradoksal bir düş değil,Çığlık çığlığa bir gerçek yaşıyoruz.Yeni kitaba başladım. Adı TRENİN SON VAGONU...Kapağı hazır et..

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

BİR MÜZEDE OLMAK YA DA OLMAMAK - LEVENT ÇALIKOĞLU

UTKU VARLIK - SANAT AYRICALIKTIR / HELİN KAYA

GÜLÜNÇ BİR ADAMIN DÜŞÜ - BEDRİ BAYKAM