KAYIP ZAMANIN İZİNDE


Kadıköy pazarında bir balıkcı meyhanesinin duvarlarındaki mekanın belleği sergisine bakıyorum; genellikle Atatürk portreleri vardır ve kasanın arkasındaki duvara asılıdır; bu esnafın özgürlüğe bir gönderisidir genellikle, varoluşumuzu kısıtlamayı programına almış bir yönetime baş kaldırıdır. Kadıköy'de olur ama taşra kentlerinde başarmışlardır bunu,  ama zavallılar bilmez ki yasaklar ters tepki getirir, daha da susatır insanı. Müdavimlerin, dostların imzalı fotoğraflarının biraz ötesinde, zamanın aşınmasına direnen bir başka fotoğraf beni aldı uzaklara götürdü, ben hep başka bir sanrıyı yaşarım; yaşanmışlığın sanrısı, bir türlü içimden silemediğim; sürekli bugünle kıyaslama sancısı; evet bu sanrı Bizans'ın en eski sakinlerinin geride bir kaç soluk fotoğraf bırakarak çekip gittiklerinden sonra geride kalan boşluğun sanrısıdır; hüzündür biraz, nasıl bu mekanın eski sahibi Vasili ve eşi Elena'nın mutlu günlerine sığınmış bir mutluluğun hüznü gibi. 60 yıllarında  yaşamıştık bu göçü; Arnavutköy yavaş yavaş boşalırken çarşının esnafının el değiştirdiğini ciddiye almamıştık, bilmiyorum Karadenizin neresinden gelmiş; tutucu, karanlık sakallı bu insanları hangi yönetim buraya yerleştiriyordu? Farkına bile varmadık ülkenin bugünkü manzarasının kurgulaştığının; nedense görmek ya da düşünmek istemiyorduk bu çok renkli mozayik 1956 yılında Kıbrıs olaylarında kırıldığını! Bizim Gabiyefler yalısının altındaki Berber Niko'nun öyküsü: 1968 de bir ağustos öğleden sonrası her zaman açık olan kapıdan atölyeme Niko kravat ve kostümlü, eşi de siyah giysileriyle ve ufak bir valizle girdiğinde şaşırmıştım "..hayrola bu saatte tatile mi gidiyorsunuz " gibi naif bir soru! Niko "..hayır Utku bey, gidiyoruz işte, resmi alabilirmiyim? " Şaşırmıştım, resim de bir kez ona tuvallerimi gösterirken bir tanesini çok sevmişti, ben de bu tuvali bir sergiye koyduktan sonra ona vereceğime söz vermiştim. Resmi sardık, çok geç uyanmıştım bu uzun yolculuğun içeriğine, karşı köşedeki bakkal Assadur ve de Arnavutköy'ün el değiştirdiğine. Niko ve eşi tuvali alıp gittiler, ben de sormak istemedim nereye gidiyorsunuz diye. Askerliğimin bitmesine bir ay vardı; ben de çekip gitmeyi düşünüyordum ve de gittim.

Utku Varlık / İçenler
Orhan Veli'nin Nahit Hanım'a mektupları kitabı özellikle Lambo'nun meyhanesini gündeme getirdi, bu mekan çevrede bilinirdi ama bir özleme dönük 50 yılları tenha Beyoğlu meyhanelerine özgü bir nostaljiyle. Daha önce Mehmet Kemal bir kaç kez yazmıştı ama Selahattin Hilav'ın dayısı İlhami Güneysu'ya yazdığı mektuplarda ( Selahattin Hilav ve Paris Mektupları-2006 ) Lambo'nun çok sözü geçer. Paris'de sürekli parasızlıktan yakınan Hilav. bir mektubunu şöyle bitirir: "...Panoyot'a olan borcumu herhalde verdin. Lambo'ya filan pek girme! " Ben burada Paris'de parasızlıktan susamış birinin hafif kıskançlığını görüyorum oysa o günlerde dayısı Lambo'da sabahlıyordu. Mösyö Lambo'nun Nevizade sokağındaki meyhanesi bir kuşağın evi gibiydi; Sait Faik anılmaz sa olmaz, girip çıkar, konuşur, dalaşır,  kızar, çekip gider, döner, Lambo ona çorba yapar! Kimler yok: Orhan Veli, Cahit Irgat, Metin Eloğlu, örneğin Çihat Burak cebinde pastırma ve otlarla. Tarihe geçecek olay, Lambo'nun meşhur veresiye defteri, herkes borçlu, defterin içi yazı, şiir, resim dolu. Erol Günaydın bu defteri çok güzel anlatıyor;
Posta / röportaj Seral Cumalı


















Çok yer vardı, Degüstasyon, Zaharapulos, Nisuvaz, Lefter, Augeri, Artin, Todori. vs. Bohem meyhanesi nasıl unutulur; Galatasaray'da Acara sokak'ta, her gece Todori söylerdi. Orkestra ise bir alem; akerdeonda vasili ama keman ve piyano çok yaşlı iki asil rus, barones Tashkin boynunda tilki kürküyle piyonoda bu müziğe nasıl tahammül ederdi bilemiyorum ama "Mandebula" ezgisi hala kulaklarımda. Bugün pasajda Sev-iç'i işleten ünlü meyhaneci Bayram, belki o günleri bulaşıkcılıktan patronluğa yaşamış tek tanık: çok genç yaşında Erzurum'dan gelip Haçik ustanın Asmalımescit'deki Nil meyhanesinde başlıyor, bulasılıktan garsonluğa daha sonra da patronun sağ kolu oluyor. Kendi kanatlarıyla uçmak gerektiğinde Krepen Pasajında bir mekan bulmak için tekel bayii Aristo beyin tavsiyesiyle çiçekci Pavli beyin aracılığıyla mal sahibi Müsyü Avgeri'ye ulaşıp kendi meyhanesini açıyor. Bir süre sonra işler düşündüğü gibi gitmiyor; pasaja fazla ayak alışmamış. Yine bir mucize; Pertev ve Dürnev Tunaseli burayı mekan ettiklerinde bütün gurup da onları izliyor ve de Dürnev'in sayesinde o yılların ünlü sinema ve tiyatro oyuncusu Cahide Sonku' da muhabete katılıyor. Neşe bizim için de bir evdi, sonunda Bayram Pasajın içinde şimdiki yerini aldıktan sonra da oradayız. Peki nerde madam Despina, İrina Baydak, Katerina, Loya Hanım, Valentine Hanım ?

Çengelköy İskele Restorant- eski Hristo

Lambo'nun bir adı da "Alaylılar Akademisi "ydi, " İşrethane " de dendiği olmuştur ama Afif Yasari'nin tanımı daha güzeldir: " ..bir Hyde Park havası eserdi "diyor. Cemal Süreya " Edip Cansever'e rakı içmesini ben oğrettim " demesinden sonra Edip' de Cemal'e şiiri ben öğrettim diye yanılamıştır ve kızıp bir süre dargın kalmışlardır. Birbirlerini sevmeyen Orhan Veli ve Rıfat Ilgaz; 1945 de Hiroşima'ya atom bombası atıldığında bütün gece geleceği konuşup tekrar dost olmuşlardı. Kendisine zorla resim satmak isteyen Metin Eloğlu'nun suratın bir bardak votka atan Lesbien Güner bundan katiyen pişman olmamıştır. Muzaffer Buyrukcu yaşasaydı da anlatsaydı bu İstanbul'u; kimsenin antamıyacağı gibi.





























Yorumlar

  1. Sevgili Utku Varlık,

    Çizer gibi yazmışsınız yazıyı.. Sizi "Hayalet Oğuz" vasıtasıyla henüz tanıdım ve bulduğum için mutluyum.

    Anılar gün'e taşınır, gün de böylece anıları var eder...

    Sevgi ve saygılarımla,

    Berna Anıl.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

BİR MÜZEDE OLMAK YA DA OLMAMAK - LEVENT ÇALIKOĞLU

UTKU VARLIK - SANAT AYRICALIKTIR / HELİN KAYA

GÜLÜNÇ BİR ADAMIN DÜŞÜ - BEDRİ BAYKAM