OXYMORE- GÜNLÜKLER/EKİM





Işık başını almış gidiyor ama gitmeden önce yine başka bir öğreti; bak, sana bir naturmort göstereyim; acele etmek gerekiyor,  ışık başını almış gidiyor ama gitmeden önce yine başka bir öğreti; bak, sana bir naturmort göstereyim; acale etmek gerekiyor, iki saniye sonra bu şenlik bitmiş olacak ama bunu başkasına anlatamazsın; eşimin gösterdiği salonun bir köşesinde akşam ışığının boyadığı bu naturmort öğretisi, ister istemez bana resmi çağrıştırıyor ve onu belleğime geçiriyorum ama anlatmak gerektiğinde sözcükler yetersiz, işte çağın mucizesi fotoğraf bunu belleğine geçiriyor, şimdi rahatca izle ve öğretiyi tartış. Sen ki eski ustaları, ne bileyim; Juan Sanchez Cotan'ı, Wilem Kalf'ı, Pieter Claiesz'i, onların masalarını; bir arkeolog gözüyle tek tek inceleyip, her tuvalin bir öyküsünü yazardın kafanda. Nurnberg müzesinde gördüğüm Jan Davidsz del Teem'in bir tuvali; naturmort'un kurallarının ötesinde, ressamın kendini de içeriğe koyması beni daha çok ilgilendirmişti:


Pentürün geçirdiği tüm evrelerde "natürmort", doğayı odaklamanın yanı sıra, ona bu ephemerin başka bir düşüncesini dikte ettirmişti; "vanité", geçicilik, hiçlik, ölüme dair, memonto mori, sessiz sedasız kompozisyona girer, masanın üstünde ressamın titizce düzenlediği meyvalar, sebzeler, çiçekler, dallar vs. tümüne ressamın "idée fixe" sini fısıldar: şimdi ışıksınız ya biraz sonra! Çok ilginç pentür'ün yükselişi daha çok orta Avrupa'da olmuş, galiba ışığı özlemek için onun içinde olmayacaksın, işte bu karanlık atölyesinde Jan Davitsz, bu kez "vanitéye daha uygun objeler seçmiş; kendi görüntüsünü izlediğimiz cam küre: belki geleceği okumak adına. Saat: zaman geçiyor. Devrilmiş bir hokka ve yazmak için kaz tüyü: söylenecek bir şey yok. Kabuğu kırık bir ceviz: melenkoli'ye özgü, ancak bir kafatası bu kadar özgün bir şey saklıyabilir! Bir violon, kitap ve bir kadeh. Bilmiyorum ama kafatası çocukları hala korkutuyor mu? Niçin onu hep bir objet olarak görürüz, Ölüme dair olmadık inançların kurgusunu yapan insan, ne kadar çabuk korkuyu dinlere yönlendirip, kendi ölümünü gizeme ve sembole büründürüp, abstreleştiriyor ?, O iskeletin varolduğunu, belki çok güzel bir kadın olarak aşk yaptığını düşünemiyor! Her iskeletin anlatacak ne öyküleri vardır, bir dinlesek!

El Desdichado
Je suis le ténébreux,-le veuf,-l'inconsolé,
Le prince d'Aquitaine a la tour abolie
Ma seule étoile est morte,-et mon luth constellé
Porte le solei noir dela Mélancolie.
                                             Gerard de Nerval



                                                           

                                                                           DİORAMA




16 ekim 2014 Paris'de bir sergiyi izlemeye giderken, Rue Rivoli'de birden gözüme çarpan bu vitrine yaklaştım; nasıl olur, ben bu ressamı tanıyorum! Hiç de fena bir "triptyque" değil, ilginç! Gözüm ısırıyor bu ressamı; nasıl olur?


                                                       MİMİMALİSME ÖVGÜ    

Milyarderlerin sanata yaklaşımları kurumsallaşmaktan öte, daha büyük, daha görkemli olmakta devam ediyor; bu günlerde açılacak olan Bernard Arnauld'un "Fondation Louis-Vuitton"müzesi nedeniyle Telerema dergisi bu tür zengin yatırımların başında gelen harp öncesi Fransa'dan Amerika'ya göçen Menil ailesinin Texas- Haudson'daki "The Menil Collection"u anlatırken, müzenin içeriği ne kadar geniş anlamlı olursa olsun; sanat tarihini kimin ve de nasıl yazıldığını görüyoruz. Şunu açıklamakta fayda var; Cy Twomly'liyi kim, nasıl, ne ölçüde algılarsa ve de özenirse, özensin,
bu da tartışılır ama böyle büyük mekanlarda bizimle dalga geçmek, Tüm sanatların çağımızın açılımına paralel oluşumunda, mekanları kirletmek, bir günün sonunda fırçalarımızı temizlediğimiz "torchon" bezine bile yakışmayanı çağımızın büyük sanatçısı adına yutturmak şimdi bir virüs hızıyla
milyarderleri yakalıyor. Lütfen bana bunları yazıya, müziğe, sinemaya çevirin. Örneğin içeriğe özgün, varoluşumuzun dışavuruşundaki hayale özgü o inanılmaz nehir bu kadar sığlaşabilir mi?






















                                                         FİAC-STUPİD FUCKER ARTİSTE



FİAC'ın açılış öncesi, kentin sokaklarında da performans açılımı; fuar'cıların beklemediği ilginç olaylara neden oldu. Uzun bir süredir, sanatın amacını saptırmak adına yaptığı objelerle provakatör görevini yapan ve de istediği her müzenin kapısını açan Paul McCarthy, bu kez ünlü Vandome meydanına 24 metre, plastik heykeli, şişirilirken olaylara neden oldu. Bu objet'in adını "Ağaç " olarak duyurmalarını ötesinde sanatçı "Plug Anal" yani bir "sexetoy" içeriğinde yaptığını daha önce duyurduğu için bunu bekleyen bir grup, kendisini tokatlıyarak eserini meydana koydurtmadılar.

Paul McCarthy/ Chocolate Factory
Yine bu olaylar sanatçıyı yıldırmadı; ikinci "provocation"u "Monnaie de Paris" de form olarak "bok" formundaki çikolatalarla yine aktüel oldu. Bu "contemporary" histerisini çözümliyebilmek çok güç, alınıp satılanlar küçük ekonomi çapında değil, gelinen yer, sanatı alabildiğine çarpıtmaktan öte, milyarderlerin kurumlaştırdığı mekanlara, müzelere giriyor. Kolleksiyonere özenenler bu çirkinlikleri topladıklarında dışarıdan yönetildiklerinin farkında değiller.



Yayoi Kusama

Bu fuar'da ilginizi çeken yapılan değil, giderek ne kadar gereksiz olunabilir; yaratının "sığlaşma" limiti nerede duracak? Dıştanve içten katılan galeriler burada olabilmek adına harçadıkları synergie ve para! demek ki bu para kazanılıyor. Örneğin ismi nedeniyle başımı çeviren Rey Akdoğan'nın sergilediği galeri. Nedir, bu adamları "kendi boşluklarını" sergileyip ve de yaptığımız sanattır diye kafa yıkamanın çüreti? Merakla kimdir diye araştırdığınızda, karşınıza MoMa da sergiledi gibi bazı referaslar çıkıyor.

Rey Akdoğan




Rey Akdoğan

Gittikçe kabul ettiğim, insanın görmek istemediğiz öbür yüzü; "becerililik" ; ve bu nedenle "minimalisme" bayılıyorum. Malevitch'in 1915 de yaptığı "beyaz fon üstünde siyah kare" den 1960 da Ad Reinhardt'ın siyah tuvallerine ve bugün büyük bir çaba sonucu metal portatif bir masayı masa olarak değil de contemporary'e özgü şöylece yatırmak!



















































Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BİR MÜZEDE OLMAK YA DA OLMAMAK - LEVENT ÇALIKOĞLU

UTKU VARLIK - SANAT AYRICALIKTIR / HELİN KAYA

GÜLÜNÇ BİR ADAMIN DÜŞÜ - BEDRİ BAYKAM